19 Mart 2007 Pazartesi

Namus cinayetleri,

Namus cinayetleri ve arkasından gelen kötü sonlar ve istenmeyen olaylara gelince, bu konu ülkemizin kanayan bir başka yarasıdır. Yaşanan kötü bir olaydan sonra Namus kavramı sanki bizde yok etme anlamını taşımaktadır. Her kesimin namus kavramı farkı bir şekilde kafalarda olgunlaşmış ve uygulanmıştır. Genel olarak Namus her iki cins için geçerli ise de, bundan en çok zararı gören kadındır ve dolaysıyla erkek de yaşamaktadır. Burada aile toplumunun almış olduğu karara uymayan erkeklerde bundan zarar görmektedir. Onlar bulunduğu yeri terk etmek zorunda kalarak hayatlarına yeni bir sayfa açmaya çalışarak bu ortamdan kendilerini uzaklaştırmaktadır. Atalarımız namus kavramını şu kelimelerle çok iyi anlatmaya çalışmışlardır. “At, Avrat ve Silah”. Bu olaylar değişik biçim ve şekillerde cereyan etmektedir. Evlerde duvara asılan göstermelik tüfekler veya yastık altında saklanan tabancalar korku ve endişenin ama en önemlisi namusun bekçileri gibi bekletilir. Erkek çocuklarına göre kız çocuklarına daha acımasız davranılır, izinsiz asla dışarı çıkamazlar ve onlar evin namus timsalleridirler. Bazı yörelerimizde kadının bir erkekle beraber olası namus kavramı taşıdığı gibi, onun izinsiz sokağa çıkması, pantolon giymesi, sinemaya girmesi hatta radyodan şarkı bile istekte bulunması onun öldürülme sebebi olabilir. Zamanında bu tür olaylar yaşanmış ve önümüzde örnekleri vardır. Tabi bunlar sadece bir neden gibi gösterilebilir. Asıl mesele bir başka olayın yaşanmasından olabilir. Bunlar kesinlikle gündeme gelmez. İntihara bile zorlanırlar. Birleşmiş milletler Nüfus Fonu’nun 2004 yılında gerçekleştirdiği “Türkiye’deki Namus Cinayetlerinin Dinamikleri” adı altında yapmış olduğu araştırmada, bu cinayetlerin ülkemizde en fazla Batman, Şanlıurfa, İstanbul ve Adana’da gerçekleştirildiğini göstermiştir. Yapılan araştırmalarda her yıl dünyada beş binden fazla kadın namus cinayeti yüzünden öldürüldüğü, ülkemiz de ise son beş yılda yaklaşık bin yüz kişinin bu yüzden cinayete kurban gittiği tespit edilmiştir. Yaşanan cinnetlerin % 29 namus olayları yüzünden gerçekleştiği ilgililer tarafından belirtilmiştir. ABD de namus cinayetleri çoğunlukla ateşli silahlarla gerçekleştirilirken, Hindistan da ise namus cinayetlerinde kadınlar dövülerek ve yakılarak öldürülmekte, ardından yakılma olayını sanki “Mutfak kazası olarak” öldüğü şekilde kullanıldığı bildirilmektedir. Namus cinayetlerinin en çok olduğu ülkeler sıralamasında ABD ve Ülkemiz den başka Ürdün, Ekvator, Bangladeş, Mısır, İsrail, İtalya, Fas, Pakistan, İsveç, Uganda, Brezilya ve İngiltere olduğu belirtilmektedir.

Ülkemizde yasalarımız bu suçları işleyen büyüklere ağır hapis cezası verildiği bilindiği için çoğunlukla namus olaylarında küçük yaşta çocuklar alet edilmektedir. Çocuklar, aile meclisinin almış olduğu bu karara zorlanmakta ve kaderleri ile oynanarak buna mecbur edilmektedirler. Küçücük yaşlarda eğitimsiz kalan bu çocuklar ıslah evlerinde veya ceza evlerinde beyinleri yıkanarak yaşam felsefeleri tamamıyla değiştirilmekte, belki bir başka suçtan yakalanarak yeniden kapalı kapılar ardına sokulmaktadırlar. Oysa esas suçlu olanlar, onları bu duruma düşüren, ellerine silahı verenlerdir. Aile meclisinin almış olduğu kararda en büyük zararı çocukları çekmekte ve gelecekleri yok edilmektedir. Bunun önüne geçilmelidir. Aşağıda anlatacağım küçük öyküde bunun ne derce de doğru olduğunu göstermektedir.

Parkta karşılaştığım yaklaşık Otuz, otuz beş yaşlarında ayakta duramayacak kadar sarhoş bir alkolikten söz etmek istiyorum. Ayaküstü bana hayat hikâyesini anlattı. İlgimi çektiği için onu can kulağı ile dinledim ve hak verdim. O sarhoş hali ile bile ciddiydi ve inançlıydı. Anlatırken dili zor dönüyor, bazı sözlerini anlamakta zorluk çekiyordum. Yaşadıklarının hepsinin doğru olduğuna inandım, çünkü sarhoş olmasaydı belki bu sözler ağzından dökülmeyecekti. İyi bir öğretmen olmak hayalini yaşarken kader onu ortaokul sıralarında yakalamış ve içine çekmiş. Köylerinde, namus yüzünden yaşanan ve ölümle sonuçlanan bir olayda yaşı küçük olduğu için aile meclisinin almış olduğu bir karar üzerine dedesinin işlemiş olduğu bir suçu üzerine almış. Ceza evine girmiş. Ceza evine girdikten kısa bir süre sonra dedesi hastalanmış ve ölmüş. Burada tam on beş sene çile çekmiş. Dedesinin olaydan kısa bir zaman sonra ölmesi ve burada boşu boşuna uzun bir zaman kalması onu iyice bunalıma sürüklemiş. İkinci büyük darbe de ceza evinde son yıllarını geçirirken kız kardeşinden gelen mektupta yazdığı haber onu adeta yıkmış. Çünkü anne ve babası bir trafik kazadasın da ölmüş. Kardeşi evlenmiş ve İstanbul’a yerleşmiş. Mektubun sonuna da adresini yazmış. On beş yıl ceza evinde neler çektiğini, sıkıntılarını gözleri dolu, dolu anlattı. Buradan kurtulduktan sonra doğruca köyüne gitmiş. Yıllar önce ömrünü geçirdiği ev bakımsızlıktan harabeye dönmüş. Odaları örümcek ağları ile kaplanmış, bazı eşyalar çürümüş. Başını duvarlara vura, vura boş yere sıkıntılar içinde geçirdiği on beş yılını düşünürken kendine gelmiş. Köyde kimseye görünmeden kardeşinin mektupta yazdığı adreste onları bulmak üzere İstanbul’un yolunu tutmuş. Bir süre onların yanında kalmış. Bir yakının yardımıyla hamallık işi bulmuş. Altı ay burada çalıştıktan sonra kız kardeşinin bulduğu bir kızla imam nikâhı ile evleniş. İki göz oda tutmuşlar. Aradan bir yıl geçmiş bir çocukları olmuş. Yaşantılarında hiçbir şey değişmeden dört yıl geçmesine rağmen doğru dürüst bir iş bulamadığı ve yaptığı hamallıktan bir şeyler kazanamayınca karısı çocuğunu alıp onu terk etmiş. Bütün aramalara rağmen onları bulamamış. Artık dayanacak gücü kalmamış. İntihar etmeye karar vermiş. Yolda yürürken kendini bir köprünün üzerinde bulmuş. Bu işi orada bitirmeyi düşünmüş. Araçların çaldığı korna sesi ile irkilmiş. Gözleri ile bulunduğu yerden etrafına bakındığında otobanda olduğunu anlamış. Köprünün altından ardı ardına araçlar geçiyormuş. Korkuluklarına tırmanmış. Aynı anda karşı tarafta küçük bir çocuğun kendine baktığını görmüş. Bir ayağı ve bir kolu olmadığını fark etmiş. Bütün bu sıkıntısına rağmen neşe içinde tek başına hem oynuyor hem de zorda olsa yürümeye çalışıyormuş Uzun bir süre onu izlemiş. Kendi çocuğu aklına gelmiş.“Bu çocuk kadar bile olamadım ve kendimi öldürmeye kalktım bana yazıklar olsun” demiş ve bu eylemden o anda vaz geçmiş. Bir süre bu şoku üzerinden atmaya çalışmış. Çocuğun yanına gitmek istemiş ama onu bir daha görememiş. Karısını ve çocuğunu bulma umuduyla tekrar diyar, diyar dolaşıyor onların izini arıyormuş. Artık bıktığını ve aramaktan vaz geçtiğini, tamamen kendini içkiye verdiğini itiraf etti. Onsuz yapamıyorum. Günün on iki saati içiyorum. İçki kokan ağzından sarhoş birkaç cümle daha döküldü. “Yaklaşık on yıl oldu karım ve çocuğumdan ayrıyım. Şu an ne yapıyorlar bilmiyorum. Çalmadık kapı bırakmadım. Eğer hayatta olsalardı muhakkak onları bulabilirdim ama olmadı, bulamadım. Büyük bir ihtimalle artık yaşamıyorlar ya da ben onlara yaklaştıkça onlar benden uzaklaşıyor. Başını ağartıysam kusuruma bakma” dedi ve benden aldığı birkaç kuruşla yeni bir şişe almak için yanımdan ayrıldı. Belki bu hikâyeyi pek çok kişiye anlatmıştır, beklide sadece o gün benim ona yaklaşımımdan etkilendiği için bana derdini anlatma ihtiyacı duydu. Bir şişe şarap almak için uydurduğu bir hikâyede olabilir. Ama ben burada yaşadığı bazı gerçeklerin yattığını zannediyorum. Rol icabı dahi olsa hiç kimse o yaşta birinin gözyaşlarıyla böyle bir hikâyeyi anlatacağını pek düşünemiyorum.

Yukarıda, iyi başlayan evliliklerin nasıl bir sonla bittiğini, başka örneklerle gördük. İşler burada da bitmiyor, esas sorun bundan sonra başlıyor. Ortada kalan çocukların soru işaretleriyle dolu olan yaşam mücadelesi devam ediyor, işte korkunç olanı da bu. Yuvalara bırakılan çocukların yüzlerine baktığımızda neler çektiklerini, neler düşündüklerini, neler hissettiklerini okumak mümkün. Onlar endişe içindedirler. Son günlerde yine Televizyonlarda izlediğimiz çocuk yuvalarında bakılan çocukların ne şartlarda büyütüldüğünü, nasıl hırpalanıp hor davranıldığına şahit olduk. Niğde de yaşanan bir başka olayda ise, üvey annesinden yediği dayaklardan bıkarak polise sığınan sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun feryatları, bu olayları duydukça yüreğimize kan damladı. Bu çocuklar, sevgi ve şefkat beklerken bu tür davranışlar sonunda büyüdükleri zaman çevrelerindeki insanlara ve hatta en yakınlarına iyi davranışlarda bulunacağını mı sanıyoruz! Asla! Onlar da şiddet uygulayacaklardır. Onlarda, bunları yaşatan insanlardan intikam alacaklardır. On sekiz yaşını doldurur doldurmaz yuvaları terk edecek ve hayatta tek başına kalacaklardır. Ellerinden tutacak, onlara anne ve baba sevgisini tattıracak bir sıcak yuvaları olmayacaktır artık. Bazı istisnalar hariç, kız olsun, erkek olsun dışarıda bekleyen tehlikeler onlara çok çabuk ulaşmakta ve içine çekmektedir. Sahipsiz insanları sahiplenmiş gibi görünenler aslında onları bir gün kendi çıkarları için kullanacaklarının farkında değildirler. Bunu söylerken içimin cız ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim. En tehlikeli yaşında iken ortada kalacak korkusuyla uzatılan bir yardım elini bu nedenle geri çevirmeyeceklerdir. Bu yardım eli çoğu zaman onları ya bir gece kulübüne ve arkasından kadın tüccarların veya uyuşturucu mafyasının ya da dünyanın en büyük sorunlarından biri olan terör odaklarının tuzağına düşürmektedir. Evlatlarımızı bu tehlikelerden korumanın tek yolu onlara sahip çıkmaktan geçer. Şu bir gerçektir. Çocuğa en iyi bakan, yetiştiren, kollayan, ona isteklerini veren, şefkatle bağrına basan ve en önemlisi bu gibi tehlikelerden koruyan anne ve babasıdır. Her ne sebeple olursa olsun, yaşanan olaylarda, suçsuz yere yuvalarda yaşamaya terk edilen bu çocuklara sahip çıkmalı onları her tür tehlikelerden korumalıdır. Özellikle, yetkililere ve ilgililere yuvalarda bu tür üzücü olayların tekrar yaşanmaması için gereken ilgiyi göstereceklerine inanıyor ve onlara sesleniyorum. Bunlar hepimizin çocukları. Onlara şefkatle yaklaşalım ve koruyalım. Üvey evlat diyerek onları hor görmeyelim ve daha çok bağrımıza basalım. Çocuk yuvalarında yaşayan çocukların hiç olmazsa birini hafta sonları evimizde misafir edelim onlara kucak açalım. Onların aile ortamında o sıcaklığı hissetmelerini sağlayalım. Gönüllü ailelere bu imkânı sağlayalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder