2 Mayıs 2007 Çarşamba

Gerçekten seviyormu?

Sık, sık sorulan sorulardan biri, aşk ve sevgi üzerinedir. Hep, Onu çok seviyorum, onun için canımı dahi veririm, onsuz yaşayamam gibi cevaplar alırız. İnsanlar, ilk zamanlar gerçekten bu sözlerin arkasında kalır. Pek çok genç de bu yüzden, intihar girişiminde bulunarak, sevgilisine bunu ispatlamaya çalışır. Ama gerçekten, bu böyle midir? Bu sevgi insanın kendi canına kıyacak kadar büyük müdür? Birbirlerini gerçekten seviyorlar mı? Aşkları,“Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun” aşkı gibi midir? Maalesef bu aşklar artık kalmadı veya yok denecek kadar az. Bu düşünce ile evlenip, daha birkaç yılını dahi doldurmadan kavga ve aşırı geçimsizlikler yüzünden boşanan pek çok gencimiz mahkeme kapılarını aşındırmaktadır. Nerede o deliler gibi seviyorum, onun için canımı dahi veririm diye feryat edenler, hatta onun için intihar girişiminde bulunanlar?

Bununla ilgili küçük bir örnek vermek istiyorum. Bu gerçek bir aşk hikâyesidir.

*Zeynep ile Ömer'in evlendikleri gün herkes bu çifte gıpta etmişler ve onları kıskanmışlardı. Çok güzel bir gelinlik ve muhteşem bir düğün merasimi. Gerçekten çiftlerin yüzlerinden mutluluk okunuyordu. Ailelerde çok iyi anlaşıyorlar ve bu mutluluğa ortak oluyorlardı. Çocuklarının rahat ve huzurlu olmaları için ellerinden ne geliyorsa yaptılar, destek oldular. Her iki aile onlara güzel bir yuva hazırladı. Balayını yurt dışında geçirdiler. Pembe bulutlar üzerinde adeta uçuyorlar ve etraflarına neşe saçıyorlardı. Herkes, bu evliliğin bir ömür boyu devam edeceğini bu gördükleri güzel manzaralara karşısında hiç bitmeyeceğini düşünüyordu. Birbirlerini o kadar çok seviyorlardı ki, akıllardan hiç kötü bir şey geçmiyordu. Bu mutluluk gülücükleri gerçekten uzun bir süre bozulmadı. Her ikisi de çalıştıkları için ilk bir kaç yıl çocuk sahibi olmayı düşünmediler. Fırsat buldukça gezdiler, kendilerine bolca vakit ayırdılar. Gün geldi çocuk özlemi duymaya başladılar. Bir yandan da babalar ve anneler "Ölmeden önce bir torun görmek istiyoruz" diye diretince, evliliklerinin daha üçüncü yılında çocuk sahibi olmaya karar verdiler ve Zeynep hamile kaldı. Ömer, eşinin hamile olduğunu öğrendiği gün ona çok güzel bir hediye aldı ve bu mutlu haberi kutladılar. Özel günlerinde bunu hep yaparlardı, aslında çok güzel bir şey hatırlanmak. Zeynep, yoğun iş temposuna rağmen çocuğuna bir zarar gelmesin diye çok dikkat ediyordu. Aradan henüz bir ay geçmişti, hamileliğinin ilk aylarında Zeynep, kendisinde fark edilir derecede bazı rahatsızlıklar hissetmeye başladı. Bunun için bir doktora görünmeye karar verdi. Çünkü doğacak çocuğuna zararı dokunabilirdi. Doktorların yaptıkları tedaviler sonunda Zeynep'in çok ciddi bir rahatsızlığının olduğunu, çocuk sahibi olması durumunda karşılarına çıkacak sorunları bir, bir anlattılar. Uzun bir tedavi gerektiğini ve belki de doğacak çocuğuna bakamayacağını söylediler. İlk şoklarını yaşayan bu çift bu engelleri aşmak için birbirlerine sımsıkı sarılıp güçlü olmaları gerektiğini biliyorlardı. Buna rağmen çocuğunu doğurmaya karar verdi. Ancak düşük yaptı. Olaylar, tedavi aşamasında yavaş, yavaş daha da belirginlini gösterdi. Zeynep'in sinir sistemi iyice bozulmuştu. Bu onun sağlığını iyice tehdit etmeye, yaşamdan koparmaya başladı. Hâlbuki çok neşeli ve hareketli bir kızdı. Herkes, o yaşına rağmen onun bu enerjiyi nereden bulduğuna hayret ederdi. İşinden ayrılmak zorunda kaldı. Evine kapandı. Anne, baba ve kardeşlerinin çok büyük desteğini görmesine rağmen hastalığın ikinci aşamasında konuşma ve yürüme zorlukları ile karşılaştı. Ömer’in ise daha Zeynep ile evlenmeden önce onu ne kadar çok sevdiğini ve hatta bana bu kızı vermezlerse onu kaçırır yine vermezlerse kendimi öldürürüm dediğini duyar gibiyim. Buna pek çok kez şahit olmuşumdur. Hastalık belli zamanlarda şiddetini arttırıyor ve Zeynep iyice kötüleşiyordu. Ömer ise çaresiz ne yapacağını bilemiyordu. Ancak, zaman ilerledikçe Ömer, ona destek olması gerekirken tam tersi ev ile olan ilişkileri, Zeynep'e olan yakınlığı hissedilir derecede azalmaya başladı. Bunda çevresindeki insanların anne ve babasının etkisini olduğunu sanıyorum. Bu kadar birbirini seven insanların birden bire ilgisiz kalmasına bir anlam veremedim. Nitekim evliliklerinin beşinci yılında Ömer evle ilişkisini tamamen kesti. Zeynep'i tek başına bıraktı. Zeynep bütün bu olumsuzluklara rağmen yaşam mücadelesini devam ettirdi. Ömer'den boşandı. Anne ve babasının desteği ile hayata, yaşama devam etti. Hastalığının adına Emes diyorlar. Aşama, aşama daha kötüye doğru. Belki de, bu bilinçle Ömer, ömür boyu, Zeynep’e bakmak zorunda kalacağını, hasta ve ilgi bekleyen bir eş ile ilgilenmesi gerektiğini, yaşadıkları o mutlu anları tekrar yaşayamama gibi bir endişe içersinde kaldıkları için birbirlerini o kadar çok sevmelerine rağmen, onun hayallerini gerçekleştiremeyeceğin den ayrılmaları en doğru karar gibi görünebilir, belki bu yüzden fazla ümit vermemek için bu şekilde davranmış olabilir ancak, kimsenin alnında hayatta ne olacağı, ne ile karşılaşılacağı, kimin başına ne geleceği yazmaz. Kimileri, istedikleri halde yıllarca çocuk sahibi olamadıkları, Kimileri, trafik kazası sonucu sakatlanarak yıllarca bakıma muhtaç oldukları halde sevgi ve aşk onları birbirlerinden koparamamıştır. Bu tür boşanmalar yüzünden mağdur duruma düşen bazı yatalak hastalar etraftaki yakınlarına daha fazla yük olmamak için intihar ererek hayatlarına son verenleri de bilinmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder