2 Nisan 2007 Pazartesi
Baba beni okula gönder.
“Ayşe, okulların açıldığı ve kayıtların yapılacağı gün yaklaştıkça anne ve babasına okula gitmek istediğini her fırsatta söylemişti. Annesi, onun okuma arzusunu, köylerinin yakınından geçmekte olan Tren sesini duyduğunda evinden deli gibi fırlayıp onun peşinde koştuğunu ve yolculara yalvarırcasına “Ne olur gazete atın” diye bağırdığını çoğu zaman gözleri yaşlı izlemiştir. Köy, şehirden epey uzaktadır. Her gün, karşılıklı birer dolmuş Şehir e iner, akşama dönerdi. Hele kar yağdı mı aylarca köyde mahsur kalınır, hastalık ve doğum oldu mu, çok zor anlar yaşanır. Bu yüzden doğum sırasında hastaneye yetiştirilemeyip ölenler olmuştu. Çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar daha çok bahara doğru doğum olayını denkleştirirlerdi. Babası izin verirse Ayşe’nin okuması için şehre gitmesi gerekecek çünkü köylerinde okul yoktu. Köyün çoğu delikanlıları büyük şehirlere çalışmaya gittikleri için köy de yaşlı ve çocuk oranı bir hayli fazlaydı. Geride kalanlar, uzun bir ayrılıktan sonra dört gözle onların köylerine birkaç günlüğüne bile olsa dönmelerini beklerdi. Havalar soğumaya başlamıştı, kış yavaş, yavaş kendini hissettiriyordu. Çok yüksek tepelere kar düşmüştü. Ayşe’nin annesi Fatma ana da okula gitmek istemiş, babası göndermemişti. Okumayı çok arzuluyordu. O da Ayşe gibi babasına okula gitmek istiyorum diye çok diretmişti ama başaramamıştı. Üstelik her defasında dayak yemişti. Bu yüzden Ayşe’yi çok iyi anlıyordu. Eşi, Hasan’a bu konuyu açma zamanı gelmişti artık. Ayşe yine böyle bir gün annesine “Ne zaman beni okula yazdıracaksınız?” Annesi,” Bu gece babanla bu konuyu konuşacağım” dedi. Ayşe, akşamın bir an önce gelmesini sabırsızlıkla beklemeye başladı. İçi heyecan doluydu. Endişeliydi de. Hava kararmış herkes işten, tarladan, kahveden evlerine dönmeye başlamıştı. Kapı çalınınca Ayşe oturduğu yerden bir ok gibi fırlayıp kapıyı açtı. Gelen babasıydı. Ayakkabılarını çıkartmada ona yardımcı oldu. Şapkasını aldı, duvardaki askıya boyu yetmediği için bir sandalye yardımıyla onu yerine astı. Annesinin hazırladığı su dolu tası alıp, babasının ellerini yıkaması için önüne koydu. Duvarda asılı bulunan havluyu alarak ellerini kurutması için babasına uzattı. Bu işleri arttık öğrenmişti ve annesine bu şekilde yardımcı olarak onun yükünü azaltıyordu. Evleri iki odalıydı. Birinde anne ve babası yatıyor, kendi de diğer odada. Mutfak hemen kapı girişinde küçük bir alan üzerinde, bir masa ve bir ocaktan ibaret, duvarda ise kap kaçak asılı duruyordu. Hemen onun yanında tuvalet ve banyo olarak kullanılan küçük bir odacık vardı. Kerpiçle kaplı ve her iki odada küçük pencereler bulunuyordu. Birinin camı kırıktı. Babası, camın üzerini beyaz, kalın bir naylon ile kapatmıştı. Dışarısı buradan pek rahat görünmüyordu. Rüzgârlı havalarda içerisi bu yüzden ıslık gibi ötüyordu. Hemen evlerinin yanı başında üç koyun, iki keçi, bir horoz, iki tavuk ve birkaç civciv in barındığı bir baraka ve etrafı tahtalarla çevrili çitlerden oluşmuş küçük ama şirin bir evde yaşıyorlardı. Ortada kocaman bir odun sobası, soğuk kış günleri evlerinin içini ısıtıyordu. Geçen yıl Tren yolu açıldığı için köylerine elektrikte gelmişti. Bu, onları çok sevindirmişti. Babasının şehirden almış olduğu küçük el radyosu ile ülkenin her yerinden haberleri, şarkı ve türküleri dinliyorlardı. Nitekim babası “Ayşe, şu radyoyu bir aç bakalım haberleri dinleyelim” dedi. Ayşe, büyük bir sevinçle, Radyoyu açtı. Hasan bey ona kimseyi dokundurtmazdı ancak, izin verilirse açar, kapatırdı. Ayşe, babasını yanı başına oturdu. Birlikte haberleri dinlemeye başladılar. Annesi Fatma Hanım, ocakta bir yandan yemek pişiriyor diğer yandan sofrayı hazırlıyordu. Radyo spikeri o sıra bir haber sunuyordu.”1980/1981 ilköğretim yılı Eylül ayının 10 Pazartesi günü açılacak, kayıtlara yarından itibaren başlanacak” dediği duyuldu. Ayşe, annesi ile göz göze geldi. Gözleri ile bir şeyler anlatmaya çalıştığı belliydi. Annesi, hafifçe göz kapaklarını kapatarak ne demek istediğini anlattı. Ayşe, boynunu büktü ve babasının sofraya oturmasını bekledi. Odanın içi mis gibi yemek kokuları ile dolmuştu. Fatma ana “Haydi! Herkes sofraya” der demez, Ayşe ve babası yemek tabaklarındaki sıcak çorbayı yudumlamaya başladılar. Sofrada sadece kaşık sesleri duyuluyordu. Kimse bir şey konuşmuyordu. Yemek telaşının ardından radyoda söylenen türküleri mırıldanmaya başladılar. Hasan beyin keyfi de yerindeydi. Annesi de mırıldanıyor şarkıya ortak oluyordu. Ayşe ise bir gün önce Trenden atılan gazeteleri okumak için uğraşıyordu. Fatma ananın dikkatini çekti. Ayşe, okula gitmediği halde gazetenin büyük yazılarını okuyabiliyordu. Hasan beye usulca seslenerek “Bak bey, Ayşe okumayı becerebiliyor. Ne dersin haberlerde de söylediği gibi yarın kayıtlar başlayacakmış, Ayşe’yi de şehirdeki okula kaydını yaptıralım mı?” dedi. Hasan bey, eşinin yüzüne öyle bir bakışla baktı ki, birden hiddetlenerek “Ne okulu, ne kaydı, nereden çıktı şimdi bu” diye ortalığı inletti. “Köyde okul mu var, Şehir çok uzak. Okutacak paramız mı var? Kendimize zor yettiriyoruz, önümüz kış. Hayvanlara dahi yeteri kadar bakamıyoruz, bir daha bu konuyu duymak istemiyorum” dedi. Ayşe’nin gözleri dolmuştu ve ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Anne ve babasının gözlerinin içine öylece bakakaldı. Ortalık uzun bir zaman sesiz kaldı. Kimsenin ağzından bir kelime çıkmıyordu. Hasan bey” Ben yatacağım bu gün çok yoruldum” diyerek odasına çekildi. Fatma ana Ayşe’nin yanına gelerek saçlarını okşamaya başladı. Yüzünde ifade edilemeyecek bir huzursuzluk vardı. “ Hadi kızım sende yat artık, yarın bu konuyu tekrar konuşuruz” dedi ve onu yatağına yatırarak üzerini örtüp ışığı kapattı ve odasına çekildi. Ayşe’nin gözüne geç saatlere kadar uyku girmemişti. İçin, için ağlıyordu. Çok sevdiği okul hayalleri artık ona uzak görünüyordu. Babası asla müsaade etmeyecekti. Bunları düşünürken göz kapakları yavaş, yavaş kapanmaya başladı ve derin bir uykuya daldı. Fatma ana, o kadar yorgun olmasına rağmen gözüne uyku girmedi. Ayşe’nin durumunu düşünüyordu. Kendi küçüklüğü aklına geldi. O da bu sıkıntıları çekmişti. Hatta o yaşına rağmen intihar etmeyi bile aklından geçirmişti. Böyle yaşamaktansa ölmek en iyisi demiş, fakat buna cesaret edememişti. Bir ara evden kaçmayı bile göze almıştı. Ayşe neler düşünüyor acaba, bir çılgınlık yapmasın sakın dedi içinden. Yatağından çıkarak kızının yattığı odaya doğru başını uzattı. Uyuyordu ve sayıklıyordu.”Öretmenim, ben de okuya bilir miyim?” diyordu. Sonra ses kesildi. Odanın kapısını kapatarak tekrar yatağına döndü. Gün ışıyıncaya kadar uyuyamadı. Erkenden kalktı, sobaya birkaç odun attı ve bir yandan da kahvaltı hazırlıyordu. Bu gürültüden hemen sonra Ayşe yatağından kalktı, gözlerini ovuşturarak annesine sofranın kurulmasında yardımcı oldu. Hasan bey de odasından çıktı, tıraş oldu, elleri ve yüzünü yıkadıktan sonra sofraya oturarak “ Dün sana söylemeyi unuttum. Bugün şehirden ağabeyim, eşi ve çocukları ile gelecek, kış girmeden bir görüşelim istedik. Bir şeyler hazırla” dedi. Kahvaltıdan sonra da evden ayrıldı. Ayşe, annesine dönerek “ Babam okumamı neden istemiyor” dedi. Fatma ana, Ayşe’yi karşısına oturtarak.”Bak kızım, bir zamanlar ben de senin yaşında iken aynı sıkıntıyı çektim. Senin kadar çok, okumayı istiyordum. Babama her sorduğumda beni azarlıyordu. Biraz direttiğim zaman da dövüyordu. Artık dayanacak gücüm kalmadığı için bu isteğimden vazgeçtim. Baban da okumamış, sanırım ondandır. Belki bize söylemiyor, maddi durumu seni okutmak için yeterli değil, belki de yalnız başına seni uzaklara göndermek istemiyor işte bu nedenle olabilir” dedi. Ayşe, hiç bir şey söyleyemedi. Annesi elinden tutarak “Hadi! Gelecek olan misafirler için bir şeyler hazırlayalım”dedi. Hemen işe koyuldular, çok kısa zamanda pek çok şeyler hazırladılar. Nitekim öğlene doğru, babası, amcası, yengesi ve çocukları ile birlikte eve geldiler. Ayşe ile yaşıt olan amcasının kızı Sevgi ve ondan büyük olan Ali ile karşılaştılar. Sevginin üzerinde okul önlüğü vardı. Ayşe ile göz göze geldiler. Sevgi sevinçle” Babam bugün beni erkenden Okula yazdırdı, önlüğümü ve defterlerimi aldık” dedi. Ayşe, ne söyleyeceğini bilemedi. Gözyaşlarını Sevgi den saklamaya çalıştı. Hemen konuyu değiştirmek istedi. Tam bu sırada uzaklardan Tren sesi duyuldu. Sevginin elinden tuttuğu gibi sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladılar. Sevgi çok şaşırmıştı. “Nereye böyle gidiyoruz” dediğinde Tren uzaktan göründü. Lokomotifin bacasından çıkan siyah duman ile sanki üzerlerine doğru kükreye, kükreye geliyor, bir yandan da köye merhaba der gibi çalan düdüğü ile herkese haber veriyor “ben geçiyorum” diyordu. Ayşe yaklaşan Trene bütün gücüyle koşuyor ve avazı çıktığı kadar bağırarak “Ne olur gazete atın” diyordu. Ayşe bir ara dumanların arasında kayboldu. Sevgi çok korkmuştu. Tren yavaşça Sevgi’nin yanından geçip gitti. Ayşe kucağında bir tomar gazete ve mecmua ile Sevgiye yaklaşarak “ Bak bütün bunları okuyacağız” dedi. Tekrar, el ele tutuşarak evlerine döndüler. Amcası ve babasına gazeteleri göstererek “hepsi bugünün gazetesi” dedi. Sonra, içinden bir tanesini seçerek yavaş, yavaş okumaya başladı. Sevgi ve amcası çok şaşırdı. Amcası, Ayşe’ ye “Aferin kız, okumayı sökmüşsün, kerata” dedi. Hasan bey “Okula gitmiyor ama nasılsa öğrenmiş işte” dedi. Amcası “Nereden öğrendin kız” dedi. Ayşe gözlerinde parlayan ışık ve heyecanla “Kendi başıma, hem de, köyümüzde memurluktan emekli olmuş yaşlı bir amca bana okuma kitabı verdi. Okumama yardımcı oldu ve gösterdi. Bende çok hevesliydim.” Dedi. Amcası, hemen araya girdi, “Bak ben bugün sabahtan Sevgiyi Okula yazdırdım, sende Ayşe’yi onun okuluna yazdır, zaman geçirmeden” derken, Hasan bey sözünü kesti, “Nasıl yazdırabilirim, okul şehirde, oraya gönderemem, önümüz kış, yollar bir kapandı mı, üç ay hiçbir yere gidemiyoruz. Dışarıda okutacak paramda yok. Nasıl yaparım, gözümün önünde olsun, annesine yardım etsin, ev işleri öğrensin, evlendiği zaman bunlar daha çok lazım olacak, okuyup ne olacak” dedi. Kardeşi, Hasan beyi sözünü kesti ve “Bak Hasan, istersen bizde kalabilir, Sevgi ile iyi anlaşırlar, bir birlerine de yardımcı olurlar ne dersin?” dedi. Hasan bey, inat edercesine, söylediklerini tekrar ve yüksek sesle “Olmaz! Burada annesini yanında ev işlerinde yardımcı olacak, okuyup ta ne yapacak, bak işte kendi başının çaresine bakmış yavaş, yavaş öğrenir” diye, sözü kestirip attı. Bunları söylerken de biraz sinirlenmişti. Kardeşi bunu fark ettiği için fazla ısrarcı olmadı. Laf öylesine ortada kaldı. Ayşe tüm dikkati ile konuşmaları dinledi. Göz pınarları yeniden doluverdi. Amcası da bunu fark etmişti. Bu konuşmalardan da bir sonuç alamayınca, dışarı çıktı. Etrafına bakındı. İçin, için ağlıyordu. Çok duygusal bir kızdı. Koyunların bulunduğu barakaya girdi. Uzun bir süre burada kaldı. Hayvanlarla konuşmaya başladı. “Beni bir türlü anlamak istemiyorlar, ben okumak istiyorum” diyordu. Daha sonra Sevgi onu burada buldu. Yanına giderek onu teselli etmeye çalıştı. Sonra elinden tutarak eve götürdü. Yemek zamanıydı. Ev yemek telaşı nedeniyle hareketliydi. Herkes sofranın etrafına toplanmış Fatma hanımın hazırladığı yemekleri, tatlıları yiyorlardı. Fatma ana “ Ayşe, seni çok aradık, nerelerdeydin ?” dedi. Sevgi araya girerek “Onu koyunların barınağında buldum, oradaymış” dedi. Yanına giderek elinden tuttu ve sofraya oturttu. Ayşe önüne konulan yemeğe dokunmadı bile. İçinden, yemek gelmiyordu. Annesinin zoru ile birkaç lokma yedikten sonra sofradan kalktı. Hasan bey ve kardeşi uzunca muhabbet ettikten sonra “ Artık, gitme vakti geldi, yolcu yolunda gerek, hava kararmadan yola çıkalım, ayrıca hava bozmak üzere, belki üç ay sonra tekrar görüşürüz.” Dedi ve şehre hareket edecek dolmuşa binmek üzere yola koyuldular. Hareketli geçen ev, bir anda sessizliğe bürünmüştü. Ayşe’nin ağzını bıçak açmıyordu. Fatma ana bunu nedenini biliyordu ama elden de bir şey gelmiyordu. Bu konuyu Hasan beyle ne zaman konuşsa, sinirlenen eşi ağzını kapatıyordu. Hâlbuki bu durumda olan çocukların okuması için devlet imkân sağlıyordu. Kalacakları yerleri, yurtları oluyordu. Önlük, defter, kitabına kadar veriyordu. Nedense, Hasan beyi bir türlü ikna edemedi. O da babası gibi inatçıydı, “ Kız evde olur. Ev işi yapar. Kocasına hizmet eder. Çocuk bakar. Ne imiş, bu okuma işi anlayamadım” derdi. Oysa ağabeylerini, kendi elleri ile götürüp okula teslim etmişti. Hepsi de okudu. Öğretmen oldu. Kız olduğu için içlerinden bir tek Fatma ana cahil kalmıştı. Onun günahı neydi. Bunları düşünürken havanın iyice karardığını fark etti. Evdeki sessizliği Hasan beyin açtığı radyodaki türküler bozdu. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi radyodaki türkülere ortak olan Hasan Bey, Radyoyu da yanına alarak odasına çekildi. Ayşe odanın diğer bir köşesinde derinlere dalmış sessizce oturuyordu. Fatma ana yanına gelerek, yine o güzel, uzun siyah yumuşak saçlarını okşayarak “ Yakında her şey düzelecek kızım” diye kulağına fısıldadı. Ayşe, annesinin kollarına sarılarak masum bakışlarıyla onu süzdükten sonra gözlerini kapattı ve oracık ta uyuya kaldı. Saatlerce annesinin dizi üzerinde uyudu. Annesi onu yavaşça yerinden kaldırarak yatağına yatırdı. Üzerini örttü ve odasına çekildi. O günün yorgunluğu ile herkes erkenden uyuya kaldı. Sabah gün doğarken öten horozun sesiyle uyandılar. Ayşe, pencereden baktığında ortalık ben beyazdı. Kar her tarafı örtmüştü. Bu, köylerine düşen ilk kardı. Erken gelmişti. Bir iki hafta sonra yağacak ve artık üç ay kadar köy halkını evlerine hapsedecek karın habercisiydi. Hasan bey “ iyi ki kardeşim dün gece burada kalmadı veya bir gün daha geç gelselerdi burada bir iki gün mahsur kalacaklardı” dedi. Sobaya ilave odunlar atılarak evin içini ısıtmaya çalıştılar. Annesi ve babası kahvaltı yaparken, Ayşe yanı başında bulunan Trenden topladığı gazete ve mecmuaları alarak hem resimlerine bakıyor, hem de okuya bildiği yerleri okumaya çalışıyordu. Bir ara gözüne gazetede bir yazı ilişti. Bir intihar olayından bahsediyordu. Sessizce okumaya başladı. Keyfi kaçmıştı. Odada bulunan bütün gazete ve mecmuaları bir, bir yırtmaya başladı. Hepsini yanan sobaya attı. Annesinin bir gün önce yaptığı ve çok sevdiği kurabiyeleri bile yememişti. Canı çok sıkılıyordu. Hele kar da yağınca evde ve köyde mahsur olacaklardı. Trende bu nedenle gelmeyebilirdi. Okulda olan çocukları hayal etmeye başladı. Şimdi onlarla beraber olmak için neler vermezdi. Arkadaşları okula giderken evde oturmak çok ağrına gidiyordu. Ne olurdu babası “he” dese idi. Hayalleri gerçekleşecekti. Belki annesi öretmen olamamıştı ama Ayşe olabilirdi. Bunu da çok istiyordu. Okul, rüyalarına bile girmişti. Hatta bir gün, sınıfta öğretmeni “bunu kim okuyacak” dediğinde, sadece Ayşe parmak kaldırmış “Öğretmenim bende okuyabiliriyim?” demişti. Sonra etrafına baktığında, odasında Ayşe’den başka kimse yoktu. Buna çok şaşırmıştı. Kimseye de bundan bahsetmemişti. Oysa annesi o gece gördüğü rüyayı duymuştu. Günlerce bunun hasreti ile yanıp tutuştu. Artık, eski Ayşe değildi. Fatma ana zorla yediriyordu. Çok hareketli bir çocuk olmasına rağmen, sanki hayata küsmüştü. Bu karlı havada dışarı çıkar saatlerce kartopu oynar, yorulmazdı. Şimdi evde bir köşeye oturmuş, kalkmıyordu. Birkaç gün sonra hava yumuşadı. Fatma ana henüz uyanmamıştı. Babası erkenden köy kahvesine inmişti. Hafta sonuydu. Ayşe yatağından birden bire fırladı. Hiç ummadığı anda uzaktan Trenin sesini duymuştu. Deli gibi evden fırlayarak karlar içinde bata çıka o tarafa doğru koşmaya başladı. Zorla gidiyordu. Trene yetişti. Makinist bu kızı tanıdı. Buradan her geçişinde “ gazete” diye bağırıp koşan kızdı. Ama bu sefer, gazete ve mecmua için bağırmıyordu. Bütün gücüyle Trenin önüne doğru koşuyor, makinist de trenini düdüğünü durmaksızın çalıyordu. Ayşe son bir gayretle kendini trenin önüne attı. Günlerce tren bu köyden geçip giderdi. Hiç bir zaman durmadı. Köy halkı ilk kez trenin durduğunu fark edince merakla o yöne doğru koşuşturmaya başladılar. Makinist uzunca çalan düdüğü ile bir şeylerin olduğunu herkese haber veriyordu sanki. Tren durmuş, bacasından çıkan koyu duman etrafı iyice karartmıştı. Yolcular telaş ederek pencerelerden, etrafa bakınıyordu. Makinist lokomotiften inmiş, yolcuları teselli ediyordu. “Önemli bir şey yok, merak etmeyin az sonra yolumuza tekrar devam edeceğiz.” diye bağırıyordu. Çünkü tren, öyle bir sarsıntı ile durmuştu ki, bu herkesi korkutmuştu. Makinist, raylar üzerinde, küçük bir kızın trenin üzerine doğru koştuğunu görünce, treni aniden durdurmak zorunda kalmıştı. Ön tarafa giderek onun ne olduğuna bakmak istedi. Tren bir iki metre daha yaklaşmış olsaydı onu ezip geçebilirdi. Makinist, karlar üzerinde düşmüş, baygın bir vaziyette olan küçük kızı kucağına alarak doğruca köylülerin toplandığı yere getirdi. “ Bu kızı tanıyan var mı?” dedi. Oraya gelen Köylüler hep bir ağızdan “aaa, bu Ayşe” dediler. Hemen, onu makinistin kucağından alarak, ne olduğunu sordular Makinist “Bu kızcağız buradan her geçişimde yolculardan gazete diye bağırır ve atılan gazeteleri toplardı, biliyorum. Yine buradan geçerken etrafıma bakındım, onu aradım, göremedim. Birden karşıma çıkıverdi. Trenin üzerine doğru koşturuyordu. Kötü bir şey yapacağını düşünerek treni aniden durdurdum. Birkaç saniye daha gecikseydim ölebilirdi. Hiçbir şey olmadı, sadece bayılmış” dedi. Köylüler, Ayşe’yi evine götürdüler. Makinistin çaldığı uzunca düdüğü ile tren, tekrar yoluna devam etti. Köylülerin kapıyı hızlı, hızlı çalmaları ile Fatma ana uyandı. Kapıyı açtı. Ayşe’yi köylülerin kucağında gören Fatma ana heyecanlanarak “Ayşe’me ne oldu?” diye bağırmaya başladı. Köylüler “Hiçbir şeyi yok, buraya getirinceye kadar hep, okula gitmek istiyorum, öretmenim diye sayıklayıp durdu. Kendini trenin altına atmak istemiş ama son anda makinist treni durdurmuş” dediler. Hasan Bey, olayı duyar duymaz soluğu evinde aldı. Kızı Ayşe’yi o vaziyette görünce öldüğünü sandı. Ağlamaya başladı. “ Keşke onu okula gönderseydim bunlar başımıza gelmeyecekti” dedi. Fatma ana, eşi Hasan beye “Tren az daha çarpacakmış o, ölmedi. Yaşıyor. Sadece bayılımış” dedi. Ayşe, az sonra gözlerini açtı. Anne ve babasına “ Okumak istiyorum baba, beni okula gönder” dedi. Belli ki okuma arzusu gerçekleşmeyen Ayşe çok sevdiği okula gidemediği için ölümü tercih etmiş, kendini trenin altına atmıştı. Hasan bey sevinç gözyaşlarıyla kızı Ayşe’yi bağrına basarak yaptığı hatayı anladı ve ertesi yıl onu herkes den önce şehirdeki okula yazdırdı. Şimdi Ayşe 23 yaşında, kendi gibi öğretmenlik yapan biri ile evli. İki yaşlarında Hatice adında bir kızı var. Her ikisi de köylerine yakın bir yerde öğretmenlik yapıyor. Fatma anaya ve Hasan beye ona bu imkânı verdikleri için dua ediyorlar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder