2 Nisan 2007 Pazartesi

Mucize.

Bülent, babasının Bodrum’da deniz kıyısındaki evinin önünden, denizin o güzel ve serin sularında dalışlar yaparak, Allah’ın insanlara sunduğu bu nefis manzarayı, deniz dibindeki canlıların yüzüşlerini, insanların tabiatı kucaklarcasına kumların üzerindeki yatışlarını ve güneşin adeta derilerini ütülercesine üzerlerinde gezişlerini, çocukların sahil boyunca koşuşmalarını, bazı sevgililerin sahilden coşkulu naralar atarak denize girişlerini, balık meraklısı kişilerin kıyı boyunca güneşin o sıcaklığına aldırmadan oltalarını denizin en uzak yerine fırlatışlarını, lokanta önünde müşteri kapmak için garsonların bir birbirlerine yaptıkları nağmeleri, bütün yılın yorgunluğunu atmak için geç saatlere kadar eğlenen, içkinin dozunu fazla kaçırıp sabah evlerinin kapısını bulmakta zorlanan, bir yandan mutlulukla diğer yandan da yaşanan olumsuzluklar karşısında çaresizlik içinde oradan oraya koşuşturan insanları izleyerek geçiriyor, her yıl buraya gelip hem babasının dalış derslerine katılıyor, hem de dostlarıyla hasret gideriyordu. Tam bir köy evi görünümünde olan evlerinden sahilin tüm güzelliklerini görmek mümkündü. Her sabah yatağından, denizin iyotlu kokusunu, martıların bağırışlarını, arıların sabahın erken saatlerinde çiçeklerden bal almak için kulağına kadar gelen vızıltılarını ve de komşusu Osman amcanın bahçesinde her gün aynı saatte öten horozun sesiyle gözlerini açıp uyanırdı. Doğa harikası manzarayı bahçe duvarına sıralanmış saksılar içindeki çiçekler süslüyordu. Rengârenk duruşları ile sanki bir ressamın tuvalinden çıkmış bir çiçek bahçesini andıran görünümü ile motiflerin içinde insan kendini kaybediyordu. Deniz, bu sabah da sessizliğini bozmuş, kıyıya vuran ve alçalıp yükselen dalgalara rağmen balık lokantalarının sahipleri, sahil boyunca balıktan dönen teknelerin etrafında toplanmış, paylarına düşen balıklar için pazarlık yapıyorlardı. Bu manzaraları her gün görmenin alışkanlığı ile yatağından doğruldu ve bahçe kapısından çıkarak bütün gece sıcağın etkisi ile terleyen vücudunu denizin serin sularına bırakıverdi. Bunu, her sabah yapıyor, ancak öyle kendine gelebiliyordu.

Akşam güneş battıktan sonra vaktinin çoğunu babası ile muhabbet ederek veya tavla oynayarak geçiriyordu. Babası, emekli olduktan sonra uzun ve yorucu bir çalışma sonucu her şeyi ile mükemmel yaptırmış olduğu ve oğlu Doktor Bülent’in adını verdiği tekneyle haftanın üç günü hem turist gezdiriyor, hem de dalmaya meraklı olanları süngercilik yaptığı zamanlarda keşfettiği çok güzel koylara götürerek orada denize girmelerine yardımcı oluyor, bazen de kendini iyi hissettiğinde onlara eşlik ediyordu. Bülent de bu sayede, babasından bu konuda pek çok şey öğrenmiş ve şimdi, niçin sünger avcılığı yaptığını, tabiatın bu güzelliklerini yerinde izleyerek gördüğünde daha iyi anlıyordu. Babası gibi o da tabiata âşıktı. “Allah’ın tüm ayrıntılarıyla insanlığa sunduğu bu güzelliklere hayran olmamak mümkün mü” Bodrum‘da sünger avcılığı yaptığı yıllarda pek çok dalışlar yapmış, denizin dibindeki güzellikleri, süngerleri nasıl topladıklarını, denizde karşılaştıkları ilginç olayları, bir, bir Bülent’e anlatırdı. Çok iyi bir dalgıçtı. Bazen dalışlarda kendini öyle kaptırıyordu ki, arkadaşları onu su yüzüne çıkması için her defasında uyarmak zorunda kalıyorlardı. Uzun zaman yapılan bu dalışlardan ciğerleri çok yıpranmış, birkaç kez de tehlike atlatmıştı. Sağlığını tehdit ediği için bu işi bırakarak kendini emekli etmişti. Köyde herkes onu dalgıç Hasan amca olarak bilirdi. Pek çok aile, bu sünger işinden para kazanmıştı ama hiç hesapta olmayan bazı dalışlarda da en yakınlarını kaybedenler de oldu. Emine teyzenin eşi de, bu sünger avcılığı sırasında genç yaşında vurgun yiyerek ölmüştü. Oysa bir birlerini severek evlenmişlerdi. O günden sonra bir daha evlenmedi. Bülent, artık bu iş için babasının iyice yaşlandığını ve dalgıçlığı bırakması gerektiğini defalarca kendisine anlatmıştı. Bu sefer gerçekten çok ciddi sorunları olabilirdi. Tatil bahanesi ile Bodrum’a gelerek babasını alıp İstanbul’a dönecek, tedavi ettirecekti. Onu çok seviyordu, ona çok şey borçluydu. Hasan bey eşini, Bülent’in doğumu sırasında kaybetmişti. Doğuma az bir zaman kala rahatsızlanan eşini köyde Doktor olmadığı için Şehir Merkezindeki Hastaneye götürürken yolda ölmüş ve Bülent’i babası büyütmüştü. Bu yüzden Okuması ve Kadın doğum doktoru olması için İstanbul’a göndermiş, o da bunu başarmıştı. O zamanlar köylerinde bir doktor olsaydı belki şimdi eşi yaşıyor olacaktı. Oğlu, kadın doğum doktoru oldu ama köylerinde hizmet yapacağına büyük şehri tercih etmiş İstanbul’a yerleşmişti. O gün, babası Hasan bey, geç yattığı ve sabah erken kalkamadığı için Bülent’te tek başına babasının teknesini alıp yeni koylar keşfetmek ve oralarda dalışlar yapmak için yol hazırlığı yapıyordu. Bu gününü, tamamı ile kendine ayırtmıştı. Her şey hazırlanıp yola çıktıktan birkaç dakika sonra babasının sesi ile irkildi. Arkasından sesleniyor dikkatli olmasını istiyordu. Hava ve deniz güzeldi, o dalgalı halini sakinliğe bırakmıştı. Yalnız olması onu hiç etkilememişti. Henüz bir kız arkadaşı bile yoktu. Tüm uğraşısı işiydi, hastalarıydı ve tabiatı incelemekti, belki de bu yüzden kimseyle gönül bağı olmamıştı. Tek eğlencesi doğup büyüdüğü bu yerlerdi. Babası, bazı geceler bu konuyu aştığında o da, “bir gün olacak baba, torun sahibi olmak istediğini biliyorum ve bunu da ilk sen öğreneceksin” derdi. Hastanede doktor arkadaşları, “sen bulamadıysan biz sana bir hemşire bulalım seni evlendirelim” diyerek takılıyorlardı. O da, “henüz erken, benimki bir yerlerde besleniyor, iyice beslendiğinde karşıma gelecek ve beni bulacak” diye şakalaşıyordu. Yakışıklıydı. Yüzmeyi çok sevdiği için kasları bir hayli güçlüydü. Atletik bir vücudu vardı. Annesini, resimlerden tanıyordu. Gözleri onun gibi yeşil ve sarı saçlıydı. Bu nedenle babası ona sık, sık “annene çok benziyorsun, sana baktıkça onu görür gibi oluyorum” diyordu. Teknesi her türlü hava şartlarında yüzebilen sağlam ve iyi bir donanıma sahipti. Hatırı sayılır pek çok kişi bu tekneye sahip olmak için uğraştıysa da satmadı. Bu, ondan tek hatıra olacak ve oğlu Bülent’e kalacaktı. Kaptanlık diploması aldığı gün teknenin adını Bülent kaptan koydurdu. Direkteki Türk bayrağının hemen altında uğur getirsin ve bu teknede doktor olduğu bilinsin diye bakırdan kocaman yılan motifini işletmeyi dahi unutmamıştı. Bülent bütün gün sahilleri gezerek dalışlar yaptı. Bir o koyda bir bu koyda denizi karış, karış taradı. Buraları adeta ezberlemişti. Çok mutluydu. Güneş yavaşça ufukta, sanki denizin derinliklerine doğru dalışa geçmeye hazırlanırken o da evin yolunu tuttu. Kıyıya yaklaştıkça evlerinin önünde bir hareketliliğin olduğunu fark etti. Telaşla teknesini kıyıya en yakın yerde demir atıp yüzerek sahile çıktı. Kapının önünde babasının en yakın arkadaşı onun yoldaşı olan Mehmet efendiyi gördü. Köy camisini imamıydı. Yanına gelerek “neler oluyor, bu kalabalık nedir böyle” dedi. Mehmet efendi başını öne eğerek “Başın sağ olsun Bülent evladım, maalesef babanı kaybettik” dedi. Dizlerinin bağı çözüldü sanki oraya yığılacak gibiydi. Hemen odasına koştu. Babasının cansız bedeni ile karşılaştı, yatağındaydı ve üzeri örtülüydü. Ağlamaya başladı. Mehmet Efendi onu sırtını okşayarak “çok iyi bir insandı, yardım severdi. Hiç kimse hakkında kötü düşünmezdi. Bilgili idi. Pek çok şeyi ondan öğrendim. Böyle değerli bir arkadaşı kaybettiğim için çok üzgünüm. Hepimiz bunu bir gün yaşayacağız, vakti saati, nerede ve ne zaman belli değil” dedi. Bülent, Mehmet efendiye dönerek “bu kadar çabuk beklemiyordum, sabah beni Uğurladı. Akşam da hiçbir sıkıntısı yoktu” dedi. Belli ki son nefesini verirken yanında bulunamamanın üzüntüsü onu perişan etmişti. Uzun bir süre babasının yüzüne baktı ve eğilerek anlından öptü, baba “seni asla unutmayacağım” dedi. Mehmet efendiye dönerek, yaşlı gözlerle “nasıl oldu” dedi. Mehmet efendi, “İkindi vakti camide namazımızı kıldıktan sonra hep birlikte kahvede oturup muhabbet ediyorduk, bir ara baban kendimi hiç iyi hissetmiyorum eve gidip biraz dinleneyim” dedi “ve bizden ayrıldı. Daha sonra merak edip eve geldiğimde seslendim, kapıyı çaldım duyuramadım. İçeri girdiğimde yatağında uyuyor sandım ama nefes almadığını fark ettim. Hareket etmiyordu. Hemen, doktor çağırttım ama maalesef kalbine yenik düşmüş, doktor raporunda böyle yazmış” dedi ve elindeki raporu Bülent’e uzattı. “Senin dönmeni bekledik. Nerede olduğunu bilemediğimiz için sana haber ulaştıramadık” dedi.

Hasan beyin pek çok seveni varmış, geç saatlere kadar başsağlığına gelenler oldu, ev doldu, taştı. Ertesi gün Annesinin yanına defnedildi. Köyde artık duramazdı, Yedi gün boyunca evde okunan dualardan sonra babasının evini kilitleyerek oradaki yakın dostlarıyla vedalaşıp teknesiyle İstanbul’un yolunu tuttu. Yol boyunca babasını düşündü. Yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul’a ulaştı. Teknesini, evine yakın bir yerinde balıkçılık yapan bir arkadaşının teknesinin yakınına demir atarak bıraktı. Burası sakin bir yerdi. Çevredeki balıkçıların barınağıydı. Balıkçı dostları ona bu konuda yardımcı olacaktı. Çünkü bazı balıkçıların hanımlarının doğumlarını o yapmış, hatta maddi durumları iyi olmayanlardan para dahi almamıştı. İş arkadaşları, Bülent’in babasının ölüm haberini duymuş ona başsağlığına geldiler. Üzüntülerini dile getirdiler. Bülent’in morali bozuktu. Babasının rahatsızlığını bile, bile yanında bulunamamasına üzülüyor ve kendini suçlu hissediyordu. Belki yanında bulunsaydı onu kurtarabilirdi diye düşünüyordu. Annesi de aynı akıbeti yaşamıştı. Şimdi iyice yalnız kalmıştı, bir şeyler yapmalıydı. Bu böyle devam edemezdi. Yaşı ilerlemiş hala yalnız ve tek başına yaşıyordu. Bu, nereye kadar böyle devam edecekti. Kendini toparlaması için bir süre çalışmamaya karar verdi. Uzun süre idare edecek kadar maddi birikimleri de vardı. Arkadaşlarının ona takılmalarında gerçek payı olduğu gibi, hepsi evliydi ve çocukları vardı. Kendine haksızlık ettiğini biliyordu. Artık bunu halletmeliydi ve karşısına çıkacak fırsatı da değerlendirecekti. Buna karar verdi. O gün bu kararını yöneticilerine açacaktı. Tam odasına giderken acil servisten bir anons geldi. Bülent beyi çağırıyorlardı. Hemen o tarafa yöneldi. Sedyede 23 yaşlarında genç bir kız yatıyordu. Ne olduğunu sordu. İntihar girişimi dediler. Kendini balkondan aşağıya atmış ve üstelik de hamile. Hemen Ameliyata aldılar. Uzun geçen ameliyat sonrası maalesef anneyi kurtardılar ama çocuğunu kurtaramadılar. Ayaküstü balkondan aşağıya düşerken telefon telleri hızını kestiği için yere çakılmaktan kurtulmuş ama çocuğunun ezilmesine engel olamamış. Tüm müdahalelere rağmen bebeği yaşatamadılar. Birkaç saat sonra hastayı ziyarete giden Bülent, bunu neden yaptığını sorduğunda kızcağız gözleri dolu, dolu anlatmaya başladı. Çaresiz kaldım ve yaptım. Annemler Adana’dan beni okutmak için buraya gönderdiler. Küçük bir resim göstererek Okulda bir erkek arkadaşım vardı. Onu seviyordum. Evlenecektik. Uzun süre beni oyaladı. Hamileydim. Bunu kendisine söyledim. Beni sevmediğini söyledi, üstelik de hırpalamaya beni tehdit etmeye başladı. Bu böyle bir süre devam etti ve ondan kurtulmak istedim, uyuşturucu da kullanıyormuş, bunu daha sonradan öğrendim. Ne yapacağımı, annemlere bunu nasıl anlatacağımı bilemiyordum. Duyacak olurlarsa zaten beni yaşatmazlardı, bende kurtuluşu bunda buldum. Onu da beceremedim. Dedi. Bu olay sonrası Bülent bey, onu rahatlatıcı sözler söyleyerek bu girişiminin yanlış olduğunu, elbet bir çözümün bulunduğunu ve bundan sonra kendisine dikkat etmesi gerektiğini söyledi. Sıkıştığı anda kendisini aramasını, her konuda yardımcı olacağını belirterek “geçmiş olsun” dedi. Bu onun burada son işi olmuştu. Hastaneye bir gün tekrar geri dönmek ümidiyle arkadaşlarıyla vedalaşarak oradan ayrıldı.

İstanbul’da havanın çok güzel olduğu bir hafta sonu, kafasında o takılı bulunan sorunlardan, kurtulmak, martıların kıyıda balık avlayanların denize attıkları yiyecekleri kaparken yaptıkları o mücadeleyi, balıkçı teknelerin, boğazın bir tarafında sıra halindeki dizilişlerini, yoğun deniz trafiğine rağmen karşıdan karşıya geçen arabalı vapurların o ağır ama mağrur gidişlerini, müşterilerini işlerine yetiştirmek amacıyla birbirleriyle yarışan yolcu teknelerini görmek, denizin iyotlu kokusunu ciğerlerine doldurup kafasındaki üzüntüyü dağıtmak için teknesiyle denize açıldı. Boğazı baştanbaşa kat etmek istedi. Karadeniz çıkışından kıyı boyunca Dolma bahçe önlerine geldi. Etrafından geçen büyük yük gemilerinin tayfaları ile selamlaştı. Çevresine bakınırken çok yakınından gitmekte olan bir turist gezinti tekneden denize bir şeyin düştüğünü gördü, o tarafa yöneldi. Bu, bir bayan şapkasıydı. Güzel ve pahalı bir şeye benziyordu. Onu denizden aldı ve turist teknesini takip etmeye başladı. Bir süre sonra kıyıya ulaştılar. Teknesini yanaştırarak diğer tekneye geçti. Elindeki şapkayı Rehbere göstererek kimin düşürdüğünü anons etmesini istedi. Az sonra yanına çok güzel bir bayan geldi. İngilizceyi çok iyi bilen Bülent şapkayı ona doğru uzatarak “sanırım sizinmiş” dedi. Kendini tanıttı. Turist bayan da kendini tanıtarak teşekkür etti. Bir birlerinin gözlerinin içine bakakalmışlardı. Ta ki arkadaşları sesleninceye kadar. Bülent “Adınız Merry’ di değimli, sizinle tekrar görüşebilir miyim” dedi. Merry arkadaşlarına seslenerek “siz gidin ben size yetişirim” dedi. Merry İstanbul’a yeni geldiklerini ve bir hafta daha burada kalacaklarını ondan sonra da İngiltere’ye döneceğini söyledi. Bülent, “Bu akşam birlikte yemeğe çıkabilir miyiz, nerede kalıyorsanız sizi almaya gelirim” dedi. Merry bu nazik daveti geri çeviremedi, akşam saat 19 da, adresini verdiği otelin önünden almasını istedi ve ayrıldılar. Bülent, Merry yi ilk gördüğünde sanki kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atmıştı. İlk defa böyle bir şey başına geliyordu. Oysa pek çok kız arkadaşı onu tavlamak için neler yapmışlardı da, bu kadar etkilenmemişti. Teknesini her zamanki gibi balıkçı arkadaşlarının bulunduğu barınağa demir atarak doğruca evinin yolunu tuttu. Bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Hazırlandı, en güzel giysilerini giydi. Güzel kokular süründü. Bunları daha önce hiç bu kadar önemsememişti. Bu değişikliği o da fark ederek “acaba ona âşık mı oldum” diyiverdi. İlk günden hata yapmamalıydı ve verilen saatte orada olmalıydı. Arabasına bindi ve tam saat 19 da otelin önüne geldi. Merry onu görür görmez arabaya doğru yöneldi. Çok şık giyinmişti. Etkilendi, bu iyiye işaretti. İçindeki heyecanı tekrar yaşıyordu. Kalbinin atışları artık onu rahatsız ediyor, bundan kurtulmak istiyordu. Gözlerinin içine bakakalmıştı. Arabandan indi ve kapıyı açarak ön tarafa bindirdi. İyi bir gece geçirmek için başlangıç olarak İstanbul’un en güzel balık lokantasına götürdü. Çok güzel müzik eşliğinde gece geç saatlere kadar bir birilerinden bahsederek geçirdiler. Merry, uzun yıllar önce annesi ile babasının Girit adasında bir gezi sırasında tanışarak evlendiklerini ve oraya yerleştiklerini, okulunu İngiltere’de bitirdikten sonra onları görmek için Girit e geldiğini, gördüğü eğitimi nedeniyle yazarlık yapacağını, yaz tatili için Girit adasına kadar gelmişken çok methini duyduğu İstanbul’u da görmek istediğini ve bu nedenle burada olduğundan bahsetti. Bülent de kadın doğum doktoru olduğunu, yaz tatillerinde babasının Bodrum’daki evlerinde hoşça vakit geçirdiğini, çok iyi bir dalgıç olduğunu, kendi doğumu sırasında annesini kaybettiğini ve onu babasının büyüttüğünü, yakın zamanda babasını da kaybederek iyice bunalıma girdiğini, “karşıma sen çıkmasaydın ne durumlara düşecektim bilemiyorum” diyerek Merry ye teşekkür etti. Hafta arası olması nedeniyle pek sakin görünen bu yerde müzik eşliğinde dans ettiler. Bir birlerine o kadar yakışıyorlardı ki, orada bulunan bazı müşteriler tarafından dikkatle izlendiğini, kendileri ile ilgili olumlu fısıltılarını, Bülent’te duymuş ve hoşuna gitmişti. Gece yarısı olmuş, yemek bitmiş, Restoranda onlardan başka kimse kalmamıştı. Artık ayrılma vakti gelmişti. Bülent arabaya binerken Merry ye “istersen tatilin süresince sana eşlik eder İstanbul’un güzelliklerini, tarihi yerlerini gezdirerek size rehberlik yapabilirim” dedi. Merry, arkadaşlarından ayrı kalma pahasına bu teklife de olumlu cevap verdi. Belli ki birlikte geçirdikleri ilk günden o da çok etkilenmişti. Yol boyunca konuşmadılar. Otelin önüne geldiklerinde Merry, “sabah saat tam 09,00 da yine burada” diyerek arabadan uzaklaştı. Oteline girdi. Bülent de evine yöneldi. Sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Birlikte olduğu bu geceyi tekrar hayal etmeye başladı. Onu nerelere götürebilirdi. Bunun için bir plan yapmalıydı. Bunları düşünürken uykuya daldı. Gözlerini açtığında saatine baktı, vakit yaklaşmıştı. Geç kalmamak için hazırlandı ve yola koyuldu. İçi, içine sığmıyordu. Kıpır kıpırdı. Saat tam 09,00 da Merry yi otelinden alarak İstanbul’un tarihi güzelliklerini göstermek için yola koyuldular. Merry, bu sefer onu spor kıyafeti ile karşılamıştı. Önce bir kahvaltı yaptılar. Çay bahçesine oturarak simit, peynir ve çayla güne başladılar. Bu herkesin sabah iş öncesi yaptığı geleneklerden biriydi ve bunu Merry de ilk kez burada uygulamıştı. Hoşuna gitti. El ele tutuşarak yürümeye başladılar. Her ikisi de arabaya gelinceye kadar bunun farkında değildi. Direksiyona gitmek için ellerini birbirlerinden ayırınca fark ettiler, göz göze gelip hafif gülümsediler.

Bülent, Merry’ yi önce Sultan Ahmet meydanına götürdü. Orada bir bankın üzerine oturarak buranın geçmişi ile ilgili bilgiler vermeye başladı. Merry, tüm dikkatiyle onu dinliyordu. Dikili taşı göstererek Mısır’dan başlayan İstanbul’a kadar geçen serüvenini bir, bir anlattı. Dikili taşın önünde bir müddet durduktan sonra Alman çeşmesi önünde birlikte resim çekildiler. Sultan Ahmet camisini, çevresinde bulunan çeşme, hamam, çarşıları gezerken, Merry Ayasofya Camisini göstererek “bu muhteşem yapı nedir” dedi. Doğruca oraya yöneldiler. Cami ziyarete açıktı. İçeri girdiler. Merry devamlı sorular soruyor, Bülent ise hiç bekletmeden cevabını veriyordu. Çok şaşırdı. “Bu konuda çok bilgi sahibisin. Ne sorduysam cevapladın. Dersini iyi çalışmışsın” diyerek gülüştüler. Bülent de ilgisinin okul yıllarında başladığını, İstanbul’da tıbbı okurken İngilizcesinin de iyi olmasından yararlanarak turistlere rehberlik yaparak elde ettiği bahşişlerle tahsilini devam ettirdiğini söyledi. Merry bu sözleri duyunca Bülent’e olan hayranlığı bir kat daha artmıştı. Bülent bu güzel sözlerden sonra döktürmeye başladı. Önce Kilise olarak kullanılan bu mimari yapı 1935 den bu yana müze olarak kullanıma açıldığını, Anadolu’nun değişik antik kalıntılarından toplanan taşların burada kullanılmak üzere İstanbul’a getirdiğini, üzerinde bulunan mozaik ve çini işlemeleri göstererek ne kadar güzel işlendiğini ve İstanbul’un fethinden sonra pek çok kez onarımlar gördüğünden bahsetti. Hemen karşısında muhteşem duruşuyla Sultan Ahmet Camii ne geldiler. Dış görünümü ve içyapısı büyüleyiciydi. Cami içine girdiklerinde içersi ziyaretçilerle doluydu. Bir guruba eşlik eden rehberi, bütün dikkatiyle dinlemeye başladı. Bülent de önemli yerlerini tekrar ederek ona ek bilgiler veriyordu. Dört ana kolon üzerinde duran koca yapı gerçekten insanın içini ferahlatıyor o zamanın imkânsızlıkları ile böyle bir eserin ortaya çıkmasına şaşıyorlardı. Uzun bir süre buradan ayrılamayan Merry belli ki çok etkilenmişti. Bülent’in elini gün boyunca bırakmadı. Sultan Ahmet’in yaptırdığı bu eşsiz eser gerçekten görülmeye değerdi. Yerebatan sarayından sonra Top kapı sarayına gittiler. Merry bir kez daha büyülenmişti. Bülent’in ağzından çıkanları çok dikkatle dinliyor, anlamadığı yerlerini tekrar, tekrar soruyordu. Bülent de onun bu ilgisine hayranlık duymuş her sorusunu sabırla cevaplıyordu. 700,000 metre kare alan içersinde bulunan sarayın içindeki kasırları, köşkleri, devlet daireleri, saray halkına ayrılan koğuşları, camileri, kütüphaneleri ve büyük mutfakları bıkmadan usanmadan gezdiler. Merry adeta o dönemi yaşar gibi oldu. “Bugüne kadar gezip gördüğü yerler içersinde bu kadar muhteşem olanını rastlamadım. Adeta büyülendim” dedi. Zamanın nasıl geçip gittiğini anlamadılar. Dışarı çıktıklarında hava kararmak üzereydi. Her ikisinin de gözlerinin içi gülüyordu. Mutlu bakışlar arasında ellerini birleştirerek aynı anda “çok acıktım” dediler. Bülent, arabasını Beyoğlu’na doğru çevirdi. Çiçek pasajına geldiler. Bir masaya oturarak siparişlerini verdiler. Ortalık yavaş, yavaş canlanmaya başlamıştı. Masalarda şarkılar, türküler hep bir ağızdan söyleniyordu. Neşeli bir gurup onların masalarının yanına oturdu. Bu guruba eşlik eden birde çalgı gurubu vardı. Yediler, içtiler. Merry bir ara içkinin etkisiyle Bülent’e sarılarak öptü. İşte bu gece, Bülent ve Merry bir birilerine daha da yakınlaştı Geç saate kadar eğlendiler. O gece Bülent, Merry yi evine davet etti. Tam bir bekâr eviydi. Ortalık dağınıktı. Acele ile bazı eşyalarını fark ettirmeden dolaplara atıverdi. Evinin balkonundan güzel bir boğaz manzarası görünüyordu. Kendini iyi hissetmediği zamanlar buraya çıkar saatlerce etrafı seyrederek kafasını dağıtırdı. Merry de hayran olmuştu. Bu büyünün etkisinde kalarak balkonda etrafı seyrederken Bülent de yayıntılarını toplayıvermişti. Bir müddet balkonda etrafı seyrettiler. Geç olmuş ortalık iyice sakinleşmiş, yatma vakti geçmişti. Bülent, Merry yi yatması için kendi odasına götürdü.”Sen burada daha rahat edersin ben salonda yatacağım” dedi. O gece ne, Merry’ in gözüne uyku girdi ne de Bülent’in. Gece yarısını çoktan geçmişti. Bir ara Bülent’in yatak odasının kapısı açıldı. Merry sessizce Bülent’in yanına geldi. Gözlerinin açık olduğunu görünce “sende mi uyuyamadın” dedi. Ellerinden tutup onu kaldırdı ve birlikte yatak odasına gittiler.

Sabah gün doğarken akşamın verdiği yorgunluk nedeniyle öğlene kadar odalarından çıkmadılar. İyice acıkmışlardı. Evlerinin hemen yakınındaki bir çorbacıya giderek kendilerine enerji depoladılar. Hava çok güzeldi. Tam deniz havası vardı. Balıkçı barınağında duran tekneye gittiler. Demir alarak boğazın o muhteşem görüntüsü içersinde adalara doğru yol almaya başladılar. Rüzgâr çok hafif esiyordu. Deniz yine sakindi. Kız kalesinin yakınından geçerken Bülent bir yandan bununla ilgili tarihi bilgileri aktarıyor, diğer yandan da Merry’in hoşlanacağını düşünerek oltanın ucuna bir yem takıp balık tutması için oltayı denize bırakıyordu. Henüz birkaç dakika dolmamıştı ki Merry, oltanın ucuna bir ağırlık geldiğini hissetti, çığlık atarak oltayı Bülent’e uzattı. Çok heyecanlıydı. Gerçekten ucunda bir balık vardı. Bülent yavaşça oltayı yukarı doğru çekerken su yüzüne kocaman bir palamut balığının çıktığını gördüler. “Öğle yemeği çıktı” dedi Bülent. Arkasından bir tane daha aldılar. Teknede balık yakalamakla uğraşırken adalara iyice yaklaşmışlardı. Adanın en güzel koyuna giderek demir attılar. Önce serinlemek için birlikte denize girdiler. Deniz soğuktu. Kısa bir süre denizde kaldılar. Merry, üşüdüğünü söyleyerek tekneye çıktı. Sıcak bir şeyler içmek istedi. Bülent ‘de arkasından tekneye çıkarak “balıklar birazdan hazır olacak” dedi ve masayı hazırlamaya koyuldu. Merry de bitki çayını içerek ısınmaya çalıştı. İyi bir öğle yemeği ile karınlarını doyurduktan sonra kıyıya çıktılar ve çarşıya gittiler. Bülent, buradan üzerinde B ve M harfleri bulunan güzel, pahalı bir kolye satın aldı. Merry’ in boynuna taktı ve “sana çok yakıştı” dedi. Merry de onu çok beyendi. Bülent’in yanağına bir öpücük kondurdu. Yine el ele tutuşarak çarşı boyunca vitrinlere bakarak alışveriş yaptılar. Çünkü Merry’ in bazı eşyaları otelde kalmıştı. Atlı arabaya binerek tüm adanın çevresini gezdiler. Hava kararmadan, yol boyunca diğer adalara kısa aralıklarla uğrayıp İstanbul’a doğru rotalarını çevirdiler. Tatillerinin üçüncü günü de böyle noktalanmıştı. Güzel günler azaldıkça Merry’ in yüzündeki mutluluk ifadesi ve neşeli hali sanki gitmiş yerine hırçın ama sevecenliğinden hiçbir şey kaybetmeyen bir başkası gibi görünüyordu. Bülent de bunu fark etmiş olacak ki her ikisi de birbirlerini sıkı, sıkı tutuyor, adeta ayrılmak istemiyorlardı. O gece yi de birlikte geçirdiler.

Bülent, sabahın ilk ışıklarında Merry’ye “seni arkadaşlarımla tanıştırmak istiyorum, ne dersin” dedi. Merry, “ben de sana bunu soracaktım. Ne zaman arkadaşlarınla tanıştıracaksın” diye. “O halde oraya gidiyoruz” dedi. Güzel bir kahvaltıdan sonra yola koyuldular. Bulundukları yere yakın olduğu için yürümeyi tercih ettiler. Hastaneden içeri girdiklerinde arkadaşları Bülent’i el ele bir bayanla görünce şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bir ara en samimi arkadaşı Ahmet, “kim bu yanındaki güzel bayan” dedi. Bülent de hiç istifini bozmadan “nişanlım” dedi. Herkes, Merry ile tanışmak ve tebrik etmek istedi. Merry önce şaşırdı, Bülent’e “burada neler oluyor. Hiçbir şey anlayamadım” dedi. Bülent Merry ye dönerek, “ben sana sonra izah ederim” dedi. Babasının ölümünden sonra ilk defa arkadaşları Bülent’i, böyle neşeli görmüşlerdi. Çok mutlu oldular. Ahmet araya girdi. “Durdun, sonunda turnayı gözünden vurdun” dedi. Merry hala üzerindeki şaşkınlığı atamamıştı ama durumu da idare etmekten de geri kalmıyordu. Tüm arkadaşlarını Merry ile tek, tek tanıştırdı. Bülent de Merry ile nasıl karşılaştıklarını ve şapka olayını anlattı. “Bu tesadüf bizi bir araya getirdi” dedi. Daha önce çalıştığı odaya götürdü. Hastaneyi gezdirdi. Onu tanıyan hastaları Bülent e sevgi gösterisinde bulununca, iyi bir insan olduğunu, onu ne kadar çok sevdiklerini anladı. Öğlen hep birlikte yemek yediler. Ahmet Bülent’e, “hastaneden ayrılmadan önce intihar girişiminde bulunan bir hastayı kurtarmıştın hatırladın mı?” dedi. Bülent “evet” dedi. “O kızcağız yeniden hastanemize ziyarete geldi. Seni sordu. O günkü nasihatlerinden sonra kendini toparlamış ve sağlığına kavuşmuş. Sana teşekkür etmek için uğramış. İyi ki Bülent beyi tanıdım. Hayat felsefemi onun sayesinde değiştirdim. Artık, huzurlu ve mutluyum. Erkek arkadaşımdan da ayrıldım yeni bir hayat kurdum. Bülent beye benim adıma teşekkür edin ilk fırsatta onu tekrar görmeye geleceğim ” dedi. Bülent bu iyi haberi duyunca çok sevindi. Sonra Merry ye dönerek “Sana sonra bu olayı anlatırım” dedi. Ortalık bir anda sessizleşti. Kısa süren bu sessizlikten sonra bir anonsla Ahmet’i acil servise çağardılar. Bülent ve Merry arkadaşlarıyla vedalaşarak hastaneden ayrıldılar. Bir ara Merry, Bülent’e dönerek “niçin beni tebrik ettiklerini anlayamadım” dedi. Bülent, “seni onlara nişanlım diye tanıtım umarım kızmadın” dedi. Söz açılmışken, Merry’ in her iki elini, elleri arasına alarak kalbine doğru götürdü ve “benimle evlenir misin?” dedi. Merry hem şaşırmış hem de bu kadar çabuk beklemediği bu söz üzerine biraz durakladı. Bülent, Merry’ in gözlerinin içine bakarak sanki yalvarırcasına evet demesini bekliyordu. Kısa zaman içersinde geçen bu bakışlar arkasından Merry de Bülent’in ellerini sıkarak kendine doğru çekti. Göz pınarları doldu. Belli ki çok heyecanlıydı. Her şey bir anda oluvermişti. Gerçekten onu seviyordu ve daha fazla bekletmek istemediği için Bülent’e sarılarak “Evet” dedi. Kucaklaştılar. Çevrelerinden geçenler bu olaya tanık oluyor bakışlarıyla mutluluklarını ifade ediyorlardı. Tatil bitmek üzereyken bunu halletmek ve de iyi sonla noktalamak Bülent’in yüzünü güldürmüştü. “Nihayet bende artık bir yuva kuracağım !” diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Çevreden geçenler hem şaşkın hem de bir mutluluk çığlığı olduğunu sezdikleri için kucaklaşan bu çifti alkışlarıyla kutladılar. Doğruca kuyumcuya gittiler. Bülent, Merry ye güzel bir alyans aldı ve parmağına taktı. “Beni çok mutlu ettin. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Öyle bir çıkmaz sokaktaydım ki, beni oradan kurtarıp yeniden hayata döndürdün. Yaşama şevkimi arttırdın. Her şeyimi kaybettiğimi düşünürken seni buldum. Artık benimde bir yuvam ve çocuklarım olacak. Babam göremedi ama sevinç bağırışlarımı duymuştur” dedi. Bu mutlu günü, evlerinde baş başa kutladılar. Aynı gece Merry annesini telefon ile arayıp bu haberi ulaştırdı. Bütün olanları bir çırpıda anlattı. Annesi ve babası Merry yi tebrik ederek iyi dilekler bulundular. Merry de ilk fırsatta Girit e gelip görüşeceklerini ve Bülent’i tanıştıracağını söyledi. Her ikisi de yaşlı oldukları, İstanbul’a gelemeyecekleri için onlar gidecek orada da bir kutlama yapacaklardı.

Ertesi sabah Merry, Bülent’e, arkadaşları ile üç gündür görüşemediğini hem onlara bu müjdeyi vermek hem de artık burada kalacağını ve otelde kalan diğer eşyalarını almak istediğini bildirdi. Birlikte Otele gittiler. Arkadaşlarını kahvaltı ederken buldular. Hep bir ağızdan Merry ye sitem ettiler. Merry de onlardan özür dileyerek Bülent’i tanıştırdı. Nişanlandıklarını ve en kısa zamanda da evleneceklerinin müjdesini verdi. Tüm arkadaşları yine hep bir ağızdan bağırarak her ikisini de tebrik ettiler. Bir süre onlarla şakalaşıp, sohbet ettikten sonra Merry otel odasında kalan diğer eşyalarını da alarak otelden ayrıldılar. Bülent’in evine gittiler.

Merry’ eşyalarını yerleştirmek için kolları sıvadı. Tek dolaba her şey sığmasa da ona yardım ederek kısa zamanda her şey yerli yerine konuldu. Balkona çıkarak o güzel manzara karşısında yorgunluk atarak çaylarını yudumladılar. Bülent, Merry ye dönerek “Evlenir evlenmez Girit e gideriz, sizinkilerle tanışırız, oradan Londra’ya gider balayını geçiririz. Önümüzdeki yıl yaza doğru seni babamın memleketi Bodrum’a götüreceğim. Yaşadığım yerleri göstereceğim, dostlarımla tanıştıracağım. Ülkemi ve insanlarımızı tanıman için teknemizle bütün sahilleri baştanbaşa dolaşacağız. Uzun bir seyahat olacak. Daha sonra da işime döneceğim. Bu ara bolca vaktimiz olacak. Evin iç dekorunu yeniden düzene sokmak artık şart oldu” dedi

O günden sonra Bülent evlilik hazırlıklarına başladı. Oturacakları evi birlikte yeniden düzenlemeye başladılar. Bekâr evi görünümünden kurtarmalıydılar. Burasının manzarası ve yeri güzel olduğu için bir başka yere taşınmayı düşünmediler. Küçüktü ama kendi evleriydi. Bütün boğaz gözlerinin önünde bir tablo gibi görünüyordu. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzeldi. Burasını Merry de çok beğenmişti. Yeni koltuklar aldılar. Yatak odasını birlikte yerleştirdiler. Yorucu ve zevkle yapılan iç düzenlemeler den sonra zaman su gibi akıp gitti. Düğün vakti geldi çattı. Türk usulü ile sade ama güzel bir nikâh merasimi ile yüzükler takıldı. Bülent’in şahitliğini arkadaşı Ahmet, Merry’ in şahitliğini ise okulda birlikte aynı kaderi paylaştığı arkadaşı Ross yaptı. Sırf bu düğün merasimine katılmak için İstanbul’a bir günlüğüne gelmişti. Bülent’i tanıyan hastaları dahi bu merasimde yerlerini almıştı. Böylece evliliğe ilk adımı atmış oldular. Bülent Masanın altından Merry’ in ayağına bastığında, Merry şaşkın bakışlar arasında “bu nedir?” dedi. Gülüştüler. “Bizde adet böyledir” dedi. Arkadaşları her iki çifti de tebrik ederek onları hava alanına yolcu ettiler. Atina üzerinden aktarmalı geçen yolculuk sonrası Girit hava alanında Merry yi Anne, babası karşıladı. Merry’ in başka kardeşi yoktu ailenin tek kızıydı. O da Bülent gibi tek başınaydı. Tanışma merasiminden sonra evlerine gittiler. Merry ailesine İstanbul’daki anılarını, Bülent’le nasıl tanıştığını ve onun hakkındaki düşüncelerini, Türkiye de geçirdiği o güzel günleri, gezdiği, gördüğü yerleri anlattı. Birlikte çektirdikleri resimleri gösterdi. Tıpkı annesinin babası ile gezi sırasında tanışarak evlendikleri gibi olmuştu. Birkaç gün adada kaldıktan sonra İngiltere’ye giderek, balayını noktalayıp, İstanbul’a döneceklerini ve yaza doğru da eşinin çocukken yaşadığı Bodrum’a gidip bir süre orada kalacaklarını anlattı. Geç saatlere kadar oturdular. Anne Marta, kızı gelecek diye odalarını bir güzel hazırlamıştı. Tam Bodrum evleri gibi beyaz, tek katlı ve güzel döşenmiş bir köy eviydi. Girit e yukarıdan bakıyordu. Deniz sanki ayaklarının altındaydı. Güneşin buradan doğuşu bir başka görünüyordu. Rengârenk çiçekler bahçeye ayrı bir güzellik vermişti. Belli ki Merry’ in anne ve babası da tabiata, çiçeklere âşıktılar. Bülent burayı çok sevdi. Tıpkı Bodrum’daki evleri gibiydi. Burayı görünce bodrumdaki evlerini ve babasıyla geçirdiği o güzel günleri hatırladı. Birden durgunlaştı. Merry de bunu fark etti ve Bülent’tin yanına giderek onu teselli etmeye çalıştı. Yorgundular ve o gece erkenden yattılar. Ertesi gün, sabahtan akşama kadar hep birlikte adanın tarihi yerlerini gezdiler. Çok güzel vakit geçirdiler. Girit 1715 yılında Damat Ali paşa Mora seferi sırasında alınmış Osmanlı topraklarına katılmıştı. O zaman burası tamamen bir Osmanlı vilayeti olmuştu. Babası da bu konuda son derece usta bir rehber gibi onları gezdirdi ve Merry, anne ve babasıyla kaldıkları gün boyunca hiç ayrılmadı. Kısa geçen bu Girit macerası, İngiltere’ye hareketle sona erdi. Merry annesinden ayrılırken çok duygulandı ama en kısa zamanda yeniden geleceklerine dair söz verdi.

Londra hava alanında Merry ve Bülent’i düğünlerinde şahitlik yapan Ross karşıladı ve evinde ağırladı. Güzel bir gece geçirdiler. Birlikte İstanbul fotoğraflarına bakarak geçmişi bir kez daha tazelediler. Ertesi gün de İngiltere gezisi her ikisi içinde çok güzel anılarla geçti, Merry de en az Bülent kadar bu işi biliyormuş ki gezi sırasında eşine çok iyi rehberlik yaptı. Müzeleri, tarihi ve turistik yerleri gezdiler. Bu konuda da Merry de Bülent kadar bilgiliydi ve yaptığı rehberlikten tam not almıştı. Bol, bol fotoğraf çekildiler. Alışveriş yaptılar. 135 metre yükseklikte olan Londra Eye kulesinden tüm Londra’yı kuşbakışı seyrettiler. Milli galeriye giderek tanınmış ressamların tablolarını gördüler. Bülent ilk kez bu eserleri yakından görme fırsatı bulmuştu. Bazı odalarının turizme açık olması nedeniyle kraliçenin yaşadığı yerleri görmek için Buckingham sarayını gittiler. Ünlü Tower köprüsünden geçerek muhteşem manzarayı seyrettiler. Merry’ in yaşadığı yerleri gördüler. Pek çok müzeyi gezme fırsatı buldular. Kısa ama her şeyi ile mükemmel bir balayından sonra artık, Londra’dan ayrılma vakti gelmişti. Ross la son defa vedalaşıp Uçağa binerek İstanbul’a doğru hareket ettiler. Aradan bir saat geçmişti ki bir hostes yanlarına yaklaşarak “sanırım doktorsunuz” dedi. “Size ihtiyacımız var. Bir yolcumuzun doğum sancıları tuttu. Acil bir durum” dedi. Bülent, Merry yi de yanına alarak hostesi takip etti. Uçağın arka bölümüne gittiler. Başucunda eşini ellerinden tutmuş bir genç onu teselli etmeye çalışıyordu. Yardımcı pilot olduğunu tahmin ettiği orta yaşlarda ki bey de onlar sakinleştiriyordu. Hemen işe koyuldular. İstedikleri her şey harfiyen yerine getirildi. Uçak Türkiye semalarına girerken doğum başarıyla gerçekleştirilmişti. Bütün yolcular hep birlikte kaptan pilotun anonsu ile dünyaya merhaba diyen bebeği ve annesini alkışladılar. Bir kız çocuğunu dünyaya getiren Bülent, Merry’ in gözlerinin içine bakarak sanki bir şeyler söylüyordu. Uçak piste indiğinde alanda onları bir ambulans bekliyordu. Bu güzel olay karşısında herkes mutluydu. Bu da işin bir parçasıydı. Acaba uçakta olduğu gibi kendi çocuğunun doğumunda bulunacak mıydı. Tabi ki bulunacaktı. Ne olabilirdi, çünkü o bu işin uzmanıydı.

Istanbul’ a hava limanına indiklerinde hava iyice soğumuş, kış gelmiş kar taneleri atıştırıyordu. Bir taksiye binerek evlerine gittiler. Yorucu geçen seyahatten sonra evlerinde uzun bir sure dinlendiler. Bülent, yolculuk boyunca Merry de bazı değişiklikler fark edince, hamile olabileceğini düşünerek ondan bir numune aldı ve onu tahlil ettirdi. Bülent’in tahmini doğru çıkmıştı Sonuç pozitifti ve Merry hamileydi. Çok sevindiler. Bu haberi tüm arkadaşlarına duyurdular. Merry Girit i arayarak anne ve babasına bu güzel müjdeyi verdi Bir aksilik olmadığı takdirde doğum Eylül ayının ilk haftası gerçekleşecekti. Merry, Bülent’e doğumunu Giritte yapmak istediğini söyledi ve annesinin de yanında olmasını istiyordu. Çünkü o aylarda seyahatte olacaklardı. Bu haberden sonra Merry çocuk bakım kitapları satın almaya başladı. Çünkü bu konuda kendini eksikli hissediyordu. Şimdiden doğacak olan bebeklerinin odasını hazırlamaya başladılar. Bülent de, Merry ye nelere dikkat etmesi gerektiği konusunda bilgiler veriyor ona yardımcı oluyordu. Bir gece Bülent evinde günlük gazetesini okurken gözüne tanıdık gelen bir resim ilişti. Aşırı dozda almış olduğu uyuşturucu nedeniyle evinde ölü bulunan MY’ nin ölüm nedeni yapılacak otopsi sonucu belli olacak diyordu. Resimdeki şahıs, hastanede tedavi ettiği ve intihar girişiminde bulunan kızın sevgilisiydi. “Demek kızcağız doğruyu söylemişti. Kızın hayatını kurtardığına sevinirken resimdeki sevgilisinin bu acı sonu onu üzmüştü. Böyle sonuçlanmamalıydı diye düşündü.”O günü tekrar hayalinde canlandırırken uyuyakaldı. Merry onun üzerini örterek bir süre uyandırmak istemedi.

Zor bir kış geçirdikten sonra aylarca kapalı kaldıkları o evin içinden artık dışarılara çıkma zamanı gelmişti. Her şeyi düşünmek zorundaydılar. Hemen seyahat hazırlıklarına başladılar. Bir aksilik yaşanmadığı takdirde, iki, iki buçuk aya yakın sürecek bu yolculuk Girit’te çocuğunun doğumu ile noktalanacaktı Merry, 6,5 aylık hamileydi. Bir kız çocukları olacaktı. Adını da Sevgi koymaya karar verdiler. Yaz sıcağı, şehir içinde hissedilmeye başlar başlamaz hazırlıkları bitirdiler. Her türlü ihtiyaçlarını tedarik ettikten, teknenin bakımını yaptırdıktan sonra arkadaşlarıyla vedalaşıp Bodrum’a doğru yelken açtılar. Teknenin tüm işlerini Bülent üstlenmişti. Merry daha çok hafif işlerle uğraşacaktı, yemek, balık tutmak, gibi. Rüzgârın da yardımıyla Marmara denizini geçerek ilk durak olan Çanakkale’ye vardılar. Merry, uzaktan tüm görkemiyle görünen şehitlik abidesini göstererek ne olduğunu sordu. Bülent 41,7 metre yüksekliğinde olan bu abidenin Çanakkale savaşları sonrası, Çanakkale şehitleri adına yapılmış olduğunu, pek çok insanın ve ülke evladının bu savaşta can verdiğini Atatürk’ün o gün söylemiş olduğu şu sözlerini dile getirdi. Elindeki broşürden bunu yüksek sesle okuyarak “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar, burada dost bir vatanın toprağındasınız, huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar gözyaşlarını dindiriniz, evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat, rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” dedi. Merry’ in göz pınarlarına dolan bir iki damla gözyaşı, yanaklarından aşağıya süzülürken, elini karnın getirip burada bir süre durdu ve ellerini Bülent’e doğru uzatarak sımsıkı tutu, çok duygulandığını söyledi. Daha sonra Bülent’e sarıldı burayı gezmek ve görmek istediğini söyledi. Bülent, tekneyi o yöne doğru çevirdi, limana demir atarak kıyıya çıktılar. Bir taksiye binerek şehitliğin bulunduğu yere gittiler. Bulundukları yeri adım, adım gezdiler. Her bir alanda o günlerin birer anısı sanki yeniden yaşanıyormuş gibi tüm dehşetiyle duruyordu. Binlerce şehit evladı bu dehşetin izlerini yerdeki mezarlarda sanki ziyaretçilere kendi dillerinde anlatıyordu. Ahmetler, Mehmetler, Hasanlar, Hüseyinler ve neden buralara geldiklerini bir türlü anlamayıp misafir olarak yeni bir vatan topraklarında kalan Co’lar, Henry’ler ve daha nice henüz bıyığı bitmemiş evlatlar. Merry şehitlikten ayrılırken gözyaşlarını tutamadı. Şu cümleler ağzından dökülmüştü. “Bütün bunlar neden?” diyerek Bülent’e sarıldı, çok etkilendiği belliydi. “Şehitliği herkesin gezip görmesi ve ders alması gerekir” dedi. Bülent de, Merry’ in bu sözlerinden çok etkilendi. Burada bir süre daha kalarak yemeği yedikten sonra kıyı boyunca balık avlayanlara el sallayarak tekrar yola koyuldular. Gün batmak üzere Ayvalık limanını vardılar. Kısa bir şehir turundan sonra Cunda adasını gezdiler. Ada, o güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti. Geceyi burada geçirmeye karar verdiler. Tanıştıkları yalnız yaşayan yaşlı bir amcanın evine misafir oldular. Adı Mehmet amca olan bu yaşlı adamcağız, Çanakkale savaşlarında yaşadığı o korkunç olayları sanki o günü yaşıyormuş gibi anlatmıştı. Çok etkilendiler ve dertlerine ortak olmak için davetini kabul ettiler. Evi düzenliydi. Ona komşuları bakıyordu. Geçmişi acılar içinde geçtiği ve çok yıprandığı belli oluyordu. Sabah, Merry ve Bülent’e çok güzel bir kahvaltı hazırlayarak onları yolcu etti. “Uzun yıllardır evime ilk gelen misafirlersiniz” dedi.

Çok duygulu anlar yaşanan bu andan sonra, “Mehmet Amca, yolunuz açık, Allah sizin yardımcınız olsun” diyerek onları uğurladı. İkinci etap yolculuğu için limandan ayrıldılar. Deniz sakindi. Merry, yol boyunca balık yakalamakla vakit geçirdi. Bülent de tüm dikkatiyle tekneyi yüzdürüyor ve bir yandan da sohbet ediyorlardı. Merry’ in her bağırışında balık yakaladığını anlıyor ve oltanın ucundaki balığı alması için de Bülent’e getiriyordu. Rüzgâr yok denecek kadar az esiyordu. Hiç mola vermediler. Çeşme limanına ulaştılar. Buranın havası bir başkaydı. Yol yorgunu olmalarına rağmen sahile indiler. Limanın hemen karşısında bulunan 17’ci yüzyılda inşa edilmiş Öküz Ahmet paşa Kervansarayın bulunduğu yerde giderek burada bir süre dinlendiler. Şehirde alışveriş yaptılar. Merry, anne ve babasına hediyelik eşya bakarken, Bülent, yolculuk için lazım olacakları aldı. Kısa geçen alışverişten sonra tekrar yola koyuldular, akşamüzeri güneş batarken Kuşadası limanına girdiler. Limana demir attılar ve kıyıya çıktılar. Şehrin içi çok kalabalık ve hareketliydi. Kuşadası’nın tarihi güzelliklerini görmek için Yunan adalarından buraya yolcu gemileri ile turistler ziyarete gelmişlerdi. Meryem Ana evi ve Efes harabeleri, Selçuk’taki müze ve girişindeki eski kale burayı özel kılıyordu.

Ertesi sabah erkenden Bülent, Merry yi Selçuk’ta Bülbül dağı üzerinde bulunan Meryem Ananın evine götürdü. Bu, onun için sürpriz olmuştu. Duygulandı. Beklemiyordu. Kendisi için bu gerçekten çok önemliydi. Bu genç yaşta eline bir fırsat geçmişti. Bülent, buranın tarihi geçmişi ile ilgili bilgiler aktarmaya başladı. Hz İsa çarmıha gelindiği zaman Annesi Meryem Ana artık Kudüs’te kalamazdı, bu yüzden Rahip St. Jean onu alarak Bülbül dağının eteklerinde kimsenin bulamayacağı kadar sık ağaçlar arasında yaptırılan bu kutsal eve getirip gizlediğini, her gün buraya gelip Meryem Ana ya yiyecek, içecek getirdiğini, olaylar hakkında onu bilgilendirdiğini ve Meryem Ana’nın burada 101 yaşına kadar yaşadığını daha sonra buraya haç şeklinde bir kilise yaptırılarak Hıristiyanlarca kursal yer ilan edildiğini, burasını da Türkiye’ye gelemeyen kötürüm olan bir alman rehberin tarifi üzerine bulunduğunu ve ziyarete açıldığını anlattı. Merry burada hacı oldu. Bulundukları yerin hemen aşağısında bulunan 11 metre genişliğinde 530 metre uzunluğunda olan ve her iki tarafı da mermer sütunları ile hala ayakta duran, dini törenlerin yapıldığı limana kadar uzanan ve liman caddesi olarak bilinen Efes’teki o muhteşem eserlerin önüne geldiler. Bugüne kadar çok az hasara uğramış ve hala ayakta duran 25 bin kişilik tiyatroyu gördüler. Merry bu kadar yıl sonra hala dimdik ayakta duran bu tarihi görmenin mutluluğu ile adeta sarhoş olmuştu. Bir ara kendini kaybederek sahnenin ortasında, aklına gelen bir aryayı mırıldanmaya başladı. Kendini öyle kaptırmıştı ki, alkış sesleri ile irkildi. Ziyarete gelen bazı turist kafileleri onun bu sahnesine alkış tutarak onurlandırmıştı. Dünyanın yedi harikalarından biri olan bu yeri görmenin heyecanı ile oradan ayrıldılar. Merry, Bülent’e dönerek “ileride tekrar burayı ziyarete gelelim, kızımın da buraları görmesini isterim” dedi. Bülent Merry’ e “Ne dedin” diye sordu. Sanki Merry’ in içine doğmuştu. “Kızımda buraları görmeli çünkü o kız olacak içime öyle doğuyor” dedi. O gün de yorucu ama iyi bir gece geçirdiler, eğlendiler ve daha sonra teknelerine dönerek Sabah çıkacakları yeni bir yolculuğun hazırlığına başladılar. Bu sefer ki yolculuk baba ocağı Bodrum ve Bülent’in doğduğu yerlerdi.

Sabahın ilk ışıklarında yola koyuldular. Esen sert rüzgâr onları bekledikleri zamandan daha önce hedefe ulaştırdı. Sahile doğru baktıklarında köyün hemen bitiminde, üzeri kiremitlerle kaplı çatısı olan ve sanki sahibini bekliyormuş gibi çiçeklerle süslenmiş ve eski görünümünden hiçbir şey kaybetmemiş olan evini Merry ye göstererek “bak, işte orada, en sondaki ev” dedi. Kıyıya iyice yaklaşarak demir attı. Teknenin arkasına bağlı bulunan botu denize indirerek eşini kıyıya çıkardı. Ev bıraktığı gibi bakımlıydı. Köylüler, Bülent’in geleceğini bildikleri için evi çiçeklerle süslemişlerdi. Bülent’i gören yakın dostları ve Mehmet hoca, eşi ile birlikte gelerek onları karşıladılar. Bülent, eşi Merry’ i tanıştırdı. Hep birlikte bahçede çiçeklerin arasında yorgunluk attılar. Serinlemek için soğuk ayran içtiler. Geçmiş anıları yeniden tazelediler. Mehmet hoca Hasan beyin sağlığında başlarından geçen bir anıyı duygulu sözlerle anlatmaya başladı. “Bir gün baban, sabah namazından sonra bahçeye çıktığında yan bahçesinde komşusu kedisini ve yavrularına bakması için ondan ricada bulunmuş. Çünkü yapmaları gereken bir iş nedeniyle kısa bir zaman için köyden ayrılmaları gerekiyormuş. Baban bu işi severek üstlenmiş ve kedileri beslemiş. Anne kedi bir gün yavrularını bir otelin yakınına taşımış. Babanın bundan haberi olmamış. Otel sahibi yavru kedileri bir çuval içersine koyarak köyün dışında bir yere terk etmiş. Baban eve geldiğinde kedileri bulamayınca etrafı aramaya başlamış. Otel sahibi tarafından köy dışına gönderildiğini öğrenince hemen oraya giderek yavruları bulmuş ve tekrar evine getirmiş. Birkaç hafta sonra yan komşusu işlerini bitirip evlerine döndüklerinde kedileri sormuş. Baban onları ev sahibine geri vermek istemiş ama kediler babandan ayrılmak istememiş. Baban kedileri iade ediyor kediler babanın bahçesine geri geliyormuş. Bunun üzerine komşusu kediler babanı sevdiği için ona bırakmış. Baban onları büyüttü. Son gününe kadar babanla birlikteydiler belki hatırlarsın. Sen buradayken onlarda etrafında dolaşıyordu. En son onları babanın mezarı yakınında gördüm. Hiç kimse o kedileri oraya götürmemişti. Nereden biliyorlardı babanın orada yattığını. Bir daha da görmedim, bu olay beni çok etkiledi” dedi. Bu konuşmalardan sonra Bülent ile Merry babası ve annesinin mezarı başına giderek işte sana söz verdiğim gibi “gelinini getirdim, yakın da torunun da gelecek, sizler sağ olsaydınız da tüm bunları görseydiniz. Sizleri çok özlüyorum” dedi. Kendi elleriyle topladığı çiçekleri mezarlarının üstüne bırakarak oradan ayrıldılar. Akşam olmak üzereydi. O gece geç saatlere kadar ev ziyaretçi akınına uğradı. Bülent’in geldiğini duyanlar gelin ile tanışmak isteyenler hep oradaydı. Merry bu yakınlıktan son derece memnundu. Bülent’i çok sevenin olduğuna bir kez daha şahit olmuştu.

Sabah, çok neşeli kalktılar. Merry’ in ilk duyduğu ses Osman amcaların bahçesinden gelen horozun sesi, arkasından bir boğa sesi ve eve süt getiren Kemal amcanın eşeğinin anırtısı oldu. Orkestraya yeni sesler katılmıştı. Gülümsediler. Bahçe duvarından etrafa bakan Bülent ve Merry geçen yıldan Babaları dışında hiçbir şeyin eksilmediğini gördüler. Balıkçı tekneleri yine sıra halinde dizilmiş, oradan oraya koşuşan çocuklar, denizde naralar atarak kendilerini denizin serin sularına bırakan gençler, kıyı boyunca balık avlamaya çalışan insanlar. Bu manzara hiç değişmemiş sadece oyuncular farklıydı. Bir ay kadar kalacakları Bodrum da her gün farklı ortamlarda bulunarak günlerini dostlarıyla geçirdiler. Hemen, hemen her akşam bir köy düğününe katıldılar. Hoca Mehmet efendinin küçük kızının da düğününde bulunmak Merry ye nasip olmuştu. Köy düğünlerini yerinde görme şansını bulan Merry sanki köy halkından biriymiş gibi her şeye ayak uydurmaya çalışıyordu. Bayağı da başarılı oluyordu. Öğrendiği pek az Türkçe ile herkesle sohbet ediyordu. Hiç yabancılık çekmiyordu. İkramlar Merry ye yaramış biraz da kiloda almıştı. Bu yörenin yemekleri, temiz hava, deniz, ona yaramıştı. Arada bir kendi tekneleriyle açılıp bütün günlerini denizde geçiriyorlardı. Bodrum şehir merkezine giderek herkesin ziyaret ettiği Bodrum kalesini gezdiler. Yine buradan anne ve babasına küçük hediyeler aldılar. Burası da çok kalabalıktı. Hele gece hayatı bir başkaydı. Her gün kendi tekneleriyle bu sahilleri karış, karış gezdiler. Bülent daha önce keşfettiği koyları Merry de gösteriyordu. Böyle bir tekne gezisi sırasında, Bülent, dalış yaptığı yerde, iri bir balığın kendine doğru geldiğini fark etti. Önce ürktü. Daha sonra bunu bir yunus balığı olduğunu anladı. Yunus çok yakınına kadar gelmişti, sanki bir şeyler söylemeye çalışıyordu, başını öne arkaya hareket ettiriyor sanki ondan bir şey istiyordu. Geldiği yere doğru dönerek gözden kayboldu. Bülent cesaretini toplayıp o tarafa yüzmeye başladı, gördüğü manzara karşısında çok şaşırdı. Küçük bir yunus balık ağlarına dolanmış çırpınıyor çaresizlik içinde kalmış annesine korku ile bakınıyor sanki çığlıklar atıyordu. Anne yunus onun etrafında dolanıyor, fakat hiçbir şey yapamıyordu. Bülent belindeki bıçağı çıkartarak ağa takılı olan küçük yunusu oradan kurtardı. İyice yorgun düşmüş zavallı küçük yunus annesinin yanına giderek Bülent’in etrafında sevinç çığlıkları attıktan sonra oradan uzaklaştı. Bülent tekneye döndüğünde bu olayı Merry ye anlattı. Anne yunusun çırpınışları ve yavrusuna kavuştuktan sonraki çığlıkları gözünün önünden uzun bir süre gitmedi.

Bülent ve Merry yeniden kontrollerini yaptırmak için şehir merkezindeki hastaneye gittiler. Her şeyin normal olduğu ve seyahate devam etmelerinde hiçbir engel olmadığını öğrendiler. Uzun sürecek yolculukları için kalan birkaç günü de hazırlık yaparak geçirdiler. Planladıkları gibi önce Ege sahillerini gezecekler, oradan Kıbrıs, Rodos üzerinden doğum öncesi Girit’te varıp Merry’ in doğumunu burada gerçekleşecekti. Gün ağarırken evlerini kapatarak dostları ile vedalaşıp yola koyuldular, yelken açtılar. Kıyı boyunca gidecekleri ve konaklayacakları için seyahat yorucu olmayacak, acil bir durumla karşılaştıklarında hemen kıyıya çıkabileceklerdi.

Önce Mavi yolculuk yaparak Akdeniz ve Ege kıyıları boyunca sıralanan tabii güzellikleri ile göz kamaştıran koylarımızı, buralarda yaşayan halkımızı, konuksever insanlarımızı, tabiatın eşsiz güzellikleri ile geçmişte yaşatan antik kentlerimizi, tarihimizi gördükten sonra Girit e vardıklarında dostlarına anlatacak çok şeyleri olacaktı. İlk durakları Marmaris’e 15 km, uzaklıktaki Mark Anthonius ve Cleopatra’nın büyük aşk yaşadıkları altın rengi kumsalları içinde bir Roma Çağı’ndan kalma harabeleriyle antik tiyatrosunun bulunduğu Sedir adası oldu. Lacivert ve yeşilin iç içe olduğu bu güzel yerde dalışlar yaptılar bol, bol resim çekildiler. Yol boyunca yakaladıkları deniz mahsullerinden yediler. Tabiatın cömertçe süslediği bu güzelliklere hayran kaldılar. Hele o denizin içindeki manzaralar bir başka güzellikteydi. Teknesini, o yörede kaplumbağaları ile adını duyuran, güneşi ve güzel sahili ile isim yapmış Köyceğiz, Dalyana çevirdiler. Bir hafta kadar kalacakları bu yörede çok iyi vakit geçireceklerdi. Burası Caretta, Caretta ların yumurtlama bölgesiydi. Onları görme ve inceleme olanağı buldular. Merry’ in bu konuda pek az bilgisi vardı ama hocası kuvvetliydi. Bülent ona gerekeli bilgileri anında veriyordu. Bütün gece onları izlediler, gündüzleri de o yörenin tarihi yerlerini gezdiler. Hele bir defasında, bir köye ziyareti sırasında yaşlı bir köylünün onlara ikram ettiği soğuk ayranın tadı çok hoşlarına gitmişti. O sıcak havada içilen bir barak soğuk ayran her şeye değerdi. Nehir boyunca sazlıklar arasından geçerek kasabanın hemen karşısında dağın eteklerine oyulmuş Kral mezarlığını gördüler. Gidilecek daha pek çok yer vardı. Burada daha fazla kalamayacakları için, doğumdan sonra tekrar gelmek ümidiyle rotalarını Fethiye’ ye çevirdiler. Persler, Likyalılar, Karya ve Romalılara ait tarihi izleri taşıyan bu yöreleri teker, teker gezdiler. Sırasıyla, Kalkan, Kaş, Kekova ve Patara’ya geçtiler. Tarihle iç içe geçirdikleri bu yolculukta her gittikleri yerde kısa sürelerde bazen birer bazen ikişer gün kaldılar. Finike, Kemer ve Antalya’dan sonra Bülent kaptan rotasını Kıbrıs’a çevirdi. Bütün gün yol aldılar. Deniz yine sakindi. Çok hafif bir rüzgâr tekneyi denizin üzerinde yağ gibi kaydırıyordu. Yol boyunca teknelerini bir çift yunus balığı takip ediyordu. Bunların her ikisini de Bülent tanıdı. Bodrum sahilinde kurtardığı yavru yunus ve annesi ve onlara sonradan katılan erkek bir yunustu. Demek yol boyunca onların peşinden gelmişlerdi. Güneş Kıbrıs’ın beş parmak dağları üzerinden yavaş, yavaş kaybolurken Girne limanına girdiler. Yorucu bir gün geçirdikleri için o geçe tekneden çıkmadılar. Sabah kahvaltıdan sonra şehir merkezinde gezintiye çıktılar. Ortalık çok sakindi. Girne kalesinden limanı ve denizi ufukta gezinen tekneleri seyrettiler. Pek çok yabancı tekne limana giriyordu. Girne limanının o şirin görünümü, etrafındaki çay bahçeleri ve restoranlar kartpostalı andıran bir görünüm sergiliyordu. Şehir turundan hemen sonra uzun bir deniz yolculuğuna çıkacakları için hastanesine giderek eşinin doğumu ile ilgili detayları öğrendiler. Tahminlerine göre Girit’te vardıktan sonra doğum gerçekleşecekti. Daha zamanları vardı. Bülent, bu güne kadar pek çok kişiyi çocuk sahibi yapmıştı. Şimdi sıra kendi çocuğunu dünyaya getirmekti. Bu günü de sabırsızlıkla bekliyor. Onun özlemini çekiyordu. Çocuğunu kucağına aldığında dünyalar onun olacaktı. Çocukları çok seviyordu. Bunları hayal ederken eşinin seslenmesi ile irkildi. Bir araç kiralayıp Girne den Magosa ya kadar yol boyunca tüm yöreleri gezdiler, yolculukta ihtiyaçları olacak şeyler için alışveriş yaptılar. Güzel birkaç gün geçirdiler. Akşam güneşi henüz batmak üzere iken teknelerine döndüler. Sabah gurup halinde gelen teknelerden biri, onların teknelerinin çok yakınında bulunuyordu. Direğinde bir Türk bayrağı vardı ama teknedekiler Rumca konuşuyorlardı. Yunanistan’dan veya çevre adalarından gelen bir tekneydi. Aldıkları eşyaları yerleştirirken küçük bir kızı yanlarındaki teknenin üzerinde gördüler. Etrafında başka kimseler yoktu. Bülent endişelendi. O sırada limana giren bir başka teknenin dalgasıyla sallanan tekneden çocuk denize düştü. Bülent her şeyi bırakarak denize atladı. Küçük kızı sudan çıkardı. Aynı anda Merry’ in bağırışlarını duyan diğer teknedeki anne, baba dışarı fırlayarak çocuklarını aramaya başladı. Denizde Bülent’i ve kucağında kızlarını görünce telaşlandılar. Merry’ in suya atmış olduğu cankurtaran simidi ile yukarı çıktılar. Küçük kızın annesi çığlık ve gözyaşları ile kızına sarıldı. Türk eşi ile evli Yunan aile kızlarına tekrar kavuşmanın mutluluğu ile her ikisine de teşekkür ederek onları yaşadıkları Rodos adasında misafir etmek için davet ettiler ve Girne den ayrıldılar. Kısa bir zaman sonra kendileri de bir bebek sahibi olacaktı. Eğer küçük kıza bir şey olsaydı. Her ikisi de çok üzülecekti. Merry’ in doğumu da yaklaşmıştı. Ertesi gün tüm hazırlıkların tamamlayan Bülent kaptan rıhtımdan ayrılarak Rodos’a doğru yelken açtı. Yol boyunca yunuslar, onlara eşlik ediyor teknenin önünden dalıp çıkıyor, sanki yarışıyorlardı. Uzun bir yolculuktan sonra sert esen rüzgâr onları gün batımı ve güneşin iyice kızıla büründüğü an Rodos limanına kadar sürüklemişti. Aile onları liman girişinde karşıladı. Uzun zamandır bu yörede yaşadıkları için Kaptan olan Türk eşi ile Türkiye’ye çok sık gidip geldikleri eşinin Türkçeyi orada öğrendiğini anlattılar. Çok iyi çifttiler. Kızları ise çok sevimliydi. Küçük kızı görür görmez o günkü manzara gözünün önünde canlanıvermişti. Bülent’in şans eseri orada bulunması ve çocuğunu kurtarması ve ona tekrar kavuşmuş olmaları nedeniyle ömürlerinin sonuna kadar yaptıkları bu iyiliği unutmayacaklarını tekrar ettiler Daha sonra Rodos, Milattan önce 5 ve 3 yüzyıllarda hem Roma hem de Bizans’ın bir parçası olan ada daha sonra St. Jean Şövalyelerin yaşadığı bir kent olmuş, İtalyan etkisini andıran hareketli ve kalabalık sokaklarında bir süre yürüdüler ve iyi bir lokantaya giderek akşam yemeği yediler. Her iki o gece çok iyi eğlendi ve iyi anılarla ayrıldılar.

Artık son yolculuk Girit’teydi, bir aksilik yaşamamaları için yolculuk öncesi Bülent bir sonraki hava tahmin raporunu dinledi. Saat 18 sularında havanın sertleşeceğini dalga boyunun birkaç metreye çıkacağını, rüzgârın hızını detayları ile öğrendi. Hesaplarına göre belirtilen saatten önce Girit’te olacaklar, bu fırtınadan etkilenmeyecekler, bu nedenle yollarına devam etmelerinde bir sakınca bulunmadığını düşündü. Ertesi gün erkenden yelken açarak sırasıyla yol üzerindeki adalarının yakınından giderek Girit adasına doğru rotalarını çevirdiler. Merry limandan ayrılırken Anne ve babasına bir aksilik yaşamadıkları takdirde en geç saat 15 sularında limanda olacaklarının haberini verdi. Hava, yolculuk için çok elverişli görünüyordu. Her şey yolunda gidiyor, Girit’e bir an önce varmanın heyecanını yaşıyorlardı. En önemlisi, doğacak çocuğunun özlemi sona erecekti. Martılar teknenin yakınında görünmeye başladığı sırada ufukta Girit tepeleri göründü. Hafif artan rüzgâr onları kıyıdan bir mil yakınlara taşımıştı. Buraya kadar her şey yolunda gitmişti. Tam tahmin ettikleri saatte limanda olacaklardı. Bir ara Bülent teknenin dümen kısmında bir sorun olduğunu, tekneyi istenilen rotada tutamadığını fark etti. Gittikçe dümen ağırlaşıyordu. Böyle olmasının nedeni ne olabilirdi? Tekneyi bu şekilde yüzdüremezdi. Bir an önce bunu halletmeliydi çünkü sürükleniyor rotadan uzaklaşıyorlardı. Demir atarak teknenin altına bakmak, sorunun ne olduğunu bulmak zorundaydı. Her türlü dalış teçhizatını hazırladı ve dalışa geçti. Dümen kısmına yüzerek balıkçı ağlarının dümene takılı olduğunu gördü. Ağ, yumak haline gelmiş dümeni iyice sarmıştı Dümeni ağlardan kurtarmak için bir hayli uğraştı. Saatlerce uğraşmasına rağmen başaramadı. Akıntı ve esmeye başlayan rüzgâr tekneyi yavaş, yavaş sürükleniyordu. Hava daha fazla bozmadan bu sorunu çözmeliydi. Bir ara gözüne yol boyunca onları takip eden yunuslar takıldı. Sanki Bülent’e yardım etmek ister gibi etrafsında dolanıyorlardı. Aklına Merry geldi. Onu daha fazla yalnız bırakmamak için tekrar tekneye dönmek istedi. Başaramadı. Bütün gücü ile tekneye ulaşmaya çalışıyor, sert gelen dalga ile sürüklenen tekneden de uzaklaşıyordu. Rüzgâr şiddetini biraz daha arttırmıştı. Başlarına bu olay gelmese idi şimdi evde olacaklardı. Dalga yüksekliği neredeyse teknenin boyuna kadar çıkıyordu. Merry’ in içini korku kapladı, ilk kez bu kadar korkmuştu. Dalganın şiddetiyle tekne savrulup duruyor, artık onu kontrol edilemiyordu. Diğer taraftan Bülent’i merak ediyor ve bir an önce tekneye dönmesini istiyordu. Esen rüzgârın sesi kulaklarında çınlıyordu. Benzi korkudan sararmış, heyecanı artmıştı. Dümeni sımsıkı tutunmuş çaresizlik içinde ağlıyor ve dua ediyordu. Bir yandan da sesini Bülent’e duyurmak için bütün gücüyle bağırıyordu. İşte tam o sıra esen ters bir rüzgâr tekneyi alabora etti. Bülent’in gözleri önünde teknesi ters dönmüştü. Bülent, bütün gücüyle tekneye yüzmeye çalışıyor dalga onu aksi istikamete doğru sürüklüyordu. Ve tekne bir süre daha su üzerinde kaldıktan sonra batmaya başlar. Bülent bu manzarayı gözyaşları ve çırpınışlar içinde seyrediyordu. Hiçbir şey yapamıyordu. Tüm çabalarına rağmen teknenin bulunduğu yere ulaşamadı. Bildiği bütün duaları okumaya başladı. Eşinin kurtulması için Allah’a yalvarıyordu. Birkaç kez daha dalış yaptı ama hiçbir sonuç alamadı. Kendi de zor durumdaydı ve dalgalar onu da sürükleyerek teknenin battığı yerden iyice uzaklaştırmıştı. Ne yapacağını bilmeden dalgaların etkisiyle savruldu, durdu. Saatlerce mücadeleden sonra hava kararmak üzere iken yorgunluktan bitkin bir halde kendini sahilde buldu. Etrafta kimseler yoktu. Sakin bir yerdi burası. Perişan bir şekilde kıyı boyunca yürüdü. Uzaklarda bir ışık gördü. Yaklaştı. Sanki bir balıkçı barınağıydı. Kapıyı yumrukladı. Yaşlı bir adam kapıyı açtı. Başından geçenleri dilinin döndüğü kadar anlatmaya çalıştı. İyi bir adama benziyordu. Bulunduğu yere en yakın yere giderek ilgililere haber verdi. Yetkililer çok kısa bir zamanda olay yerine geldiler. Rüzgâr şiddetini arttırmış deniz iyice kabarmıştı. Sabahı beklemek zorunda kaldılar. Bu süre içinde Bülent başından geçenleri tüm ayrıntıları ile yetkililere anlattı. En kısa zamanda Merry’ in anne ve babasına haber ulaştırılarak olay mahalline gelmeleri sağlandı. Gözyaşları içinde sarılarak birbirlerini teselli etmeye çalıştılar.

Sabah gün ağarırken bir gün önce hırçınlaşan, ortalığı kasıp kavuran ve her şeyi yutan deniz gitmiş yerine sanki suçlu biri gibi kıyıya sinmiş görünen, sakin bir deniz duruyordu. Sahil güvenlik, karadan, denizden ve havadan olayın meydana geldiği yeri karış, karış aramalarına rağmen sonuç alamadı. Sadece, tekneden denize düşen bazı plastik bidonlar, tahta parçaları ile teknenin arkasında acil durumlarda kullanılmak üzere bulundurdukları plastik botu kıyıda buldular. Bunun dışında eşi Merry ile ilgili yaşam belirtisi gösterecek hiç bir şey bulunamadı. Geç saatlere kadar yapılan aramadan bir netice çıkmayınca Merry’ in ölmüş olacağına karar verdiler ve aramayı durdurdular. Bülent iyice yıkıldı. Dizleri üzerine çökerek ellerini gökyüzüne doğru uzatarak Allah’ım sen onları koru ve bana bağışla dedi. Göz pınarlarından damlayan yaşlarla uzun süre denize baktı.“Oysa seninle çok iyi anlaşıyorduk. Bir çocuk gibi seviyordum seni. Sana hayrandım. Şimdi, tam isteklerine kavuşmuşken her şeyimi elimden aldın. Bunu bana neden yaptın. Senden nefret ediyorum” diye avazı çıktığı kadar bağırdı, bağırdı…! Gözleri yaşlı, Merry’ in anne ve babası Bülent’i kollarından tutarak yerinden kaldırdı ve bir araca bindirerek olay hakkında rapor hazırlanması için şehir merkezindeki emniyet binasına götürüldüler. Bülent yaşadığı şoku üzerinden henüz atamamış, büyük üzüntü içersinde başından geçenleri en ince noktasına kadar tekrar, tekrar anlattı. Emniyet görevlileri araştırmalara devam edeceklerini gelişmeler olduğunda haber vereceklerini söyledikten sonra, Merry’ in anne ve babası Bülent’i buradan alarak evlerine götürdüler. Bülent’in ağzını bıçak açmıyordu. Bu başına gelen felaket onu çok perişan etmişti. Hem eşini kaybetmiş hem de henüz kucağına dahi alamadığı yavrusunu. Sabah gün doğar doğmaz olayı yaşadığı bölgeye giderek araştırma yapmaya karar verdi. Kimseye haber vermeden evden ayrılarak bir tekne kiralayıp olayın meydana geldiği yere gitti. Her yere karış, karış baktı. Bir ipucu arıyordu. Sahili baştanbaşa taradı. Tüm aramalara rağmen hiçbir şey bulamadı. Son birkaç yıl içinde yaşadığı ikinci büyük üzüntülüydü bu. Babasını da kaybettiği zaman aynı duyguları bir kez daha yaşamıştı. Şimdi, kavuştum dediği çok sevdiği eşini, doğumuna çok az bir zaman kala ve sabırsızlıkla beklediği biricik yavrusuna kavuşamamanın üzüntüsü Bülent’i perişan etmişti. Artık, bu son olay onun yaşamla ilgili tüm bağlarını koparmıştı. Yaşamak istemiyordu. Bir ara, Hastanede İntihar teşebbüsünde bulunan kız aklına geldi. Onu teselli etmeye çalışmış ve bir daha böyle bir şeyi tekrar etmemesi için uyarıda da bulunmuştu Demek ki insanların artık dayanamadığı en son nokta buydu ve bunu düşünmeye başladı. Dışardan kolay gibi görünen olay şimdi kendisi için haklı bir nedene dönüşmüştü. Her şeyi bir anda yok oldu. Tekrar mücadele edecek gücü kendinde bulamıyordu. Sıtmaya yakalanmış gibi elleri ve ayakları titriyordu. Kendini çaresiz, bitkin ve işe yaramaz biri gibi görüyordu. O yakışıklı, güçlü ve kuvvetli insan gitmiş yerine cılız, saçı sakalı bir birine karışmış, ağzından çıkanları kendinin dahi duyamadığı hastalıklı bir insan görünümü almıştı. Bir insan, bu kadar kısa zaman içersinde bu durumlara nasıl düşebilirdi. Yaşamak istemiyordu. Denizin hemen ucundan yükselen kayalara tırmanmaya başladı. Tepeye ulaştığında kayanın ucuna gelerek durdu. Gözlerini kapattı. Çok kısa bir zaman içersinde yaşamı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiverdi. En son babasını gördü. Ona “günaha girme Oğlum” dedi ve kayboldu. O sırada kulağına bazı seslerin geldiğini fark etti. Gözlerini açtı. Denize doğru baktı. Yunus balıklarının sesleriydi bu. Hemen hatırladı. Denizde teknenin altındayken onları görmüştü. Etrafında dolaşıyorlardı. Birden toparlandı ve hemen aşağıya inerek onların bulunduğu yere gitti. Sanki onu çağırıyorlardı. Hemen tekneye binerek yunusları takip etmeye başladı. Kıyıdan çok uzaklaştılar. Kara artık uzaklarda kalmıştı. Bir ara Bülent yunusların küçük bir kara parçasına doğru yüzdüğünü fark etti. Üzerinde birkaç ağaç görünüyordu ve burada kimse yaşayamazdı. Kıyıya iyice yaklaştıklarında kumlar üzerinde birinin yatmakta olduğunu fark etti. Teknesini doğru o tarafa yöneltti. Yaklaştıkça, bunun Merry olduğundan emin oldu. Gözlerinin içi gülmeye başladı. Bütün gücü ile onu yerden kaldırdı. Yaşıyordu. Gözlerini açtığında Bülent i karşısında gördü. Bir birlerine sarıldılar. Bülent’in gözlerinden sevinç damlaları akıyordu. “Allah’ım sana şükürler olsun. Bana eşimi bağışladın. Sana bu şekilde davrandığım için beni affet” dedi Hemen teknesine aldı ve süratle adaya döndü. Limana girer girmez hastaneye kaldırdılar. Doktorlar, Merry ye yardımcı olması ve ona destek vermesi için Bülent i de Ameliyata aldılar. Bir saat süren Ameliyattan sonra dört gözle bekledikleri kızları dünyaya geldi. Sağlıklıydı. Burun ve gözler tıpkı Bülent’e ağız ve çene kısmı Merry ye benziyordu. Dışarıda sabırsızlıkla onları bekleyen Merry’ in anne ve babası ile kucaklaşarak mutlu bir tablo oluşturdular.

Kısa bir tedaviden sonra Merry kendine geldi, toparlandı. Bebeğini kucağına her alışında ona sarılıyor, kaybettiğini zannettiği o güzel varlığa kavuşmanın heyecanını duyuyordu. Yaklaşık iki ay kadar Merry’ in tedavisi sürdü. Bu zaman içersinde Merry’ in o ada parçasına kadar nasıl geldiğini hala hatırlayamaması üzerine Bülent Kuranı Kerimde geçen Yunus peygamberin yaşadığı olayı anlatmak istedi. “Bütün ümitlerin kesildiği, yolların tıkandığı bir anda Allah’ın kudretini insanlara göstermek için güzel bir örnekti, Yunus peygamberin yaşam öyküsüydü bu.” Merry, Bülent’i bütün dikkatiyle dinlemeye başladı. “Asur şehirlerinden biri olan, Dicle nehrine kıyısı bulunan Ninova nın başına gelecek felaketleri uyarması, halkın sapıklıktan kurtulması Allah’ın varlığına, birliğine inanmaları, putlara tapmamaları için Yunus peygamberi görevlendirmişti. Yunus Peygamber bütün çabalarına rağmen Ninova halkına başlarına gelecek felaketi, putlara tapmamalarını, sapıklıktan vaaz geçmelerini, Allah’ın varlığına inanmalarını söylemesine, bunlardan vaaz geçmedikleri halde başlarına büyük bir felek geleceğini haber vermesine rağmen onu önemsememeleri ve inanmamaları üzerine bunu başaramadığını düşünerek, Rab binden izni olmadan bu ülkeyi terk edip kaçmak ister. Bir gemiye binerek Tarşiş’e gitmek üzere yola koyulur. Gemi yolda fırtına ya yakalanır. Geminin batmaması için pek çok ağırlıkları denize atmalarına rağmen bir türlü kendilerini bu fırtınanın etkisinden kurtaramazlar. Bir uğursuzluk yaşadıklarına karar kılıp aralarından birini denize atmak için kura çekerler. Çekilen her kura Yunus peygambere isabet edince onu denize atmaya karar verirler. Denize atılan Yunus peygamberi kocaman bir balık(Yunus balığı) onu yutarak üç gün karnında taşır. Yunus peygamber balığın karnında yaptığı hatadan dolayı yüce Rab binden özür diler. Balık onu bir kıyıya kusar. Yunus peygamber tekrar Ninova ya dönerek başından geçenleri halkına anlatır. Ninova halkı bütün bu olanlardan sonra Allah’a olan inançlarını göstererek sapıklıktan ve putlara tapmaktan uzak kalırlar. Allah’ın varlığına ve birliğine inandılar.” Bu sözleri bütün dikkati ve göz yaşları içinde dinledikten sonra sevgili kızını bağrına bastı.

Merry iyileşince Girit’ten Anne ve Babasının gözyaşlarıyla Türkiye’ye uğurlanır. Hava alanına ayak bastıklarında Bülent, “Yarabbi, eşimi ve yavrumu bana yeniden kavuşturup yuvamıza hep birlikte dönmemizi sağladığın için sana şükürler olsun.”dedi. Yunus Peygamber olayını aklından çıkaramayan Merry, Bülent’in bu anlamlı sözlerinden sonra Bülent’e dönerek “Ben Müslüman olmak istiyorum” dedi. Bülent bu sözler karşısında duygularını gizleyemedi, eşine sarıldı ve gözlerinden süzülen birkaç damla gözyaşıyla evlerinin yolunu tuttular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder