26 Mart 2007 Pazartesi

Amansız hastalık,

“İşini çok severdi. Herkes den önce işinin başında olur, en son işini o terk ederdi. Duygusal bir yapıya sahipti. Tüm çabası, işlerinin düzgün ve problemsiz yürümesiydi. Bunun için çok çaba sarf ediyordu. Hassas olduğu için ufacık bir sorun karşısında kendini kaybediyor, bunu çözmek için var gücü ile çaba harcıyordu. Çevresinde ki arkadaşları onun bu hassas yapısını bildikleri için “nasıl olsa yanlış bir şey yaparsak o bunu halleder, düzeltir” diyerek daha gevşek davranıyorlar, işlerine yeteri kadar sahiplenmiyorlardı. Bu yüzden onlara yeteri kadar güvenmiyordu. Kendini yıprattığının farkında olmadığı bir konuda çok sigara içmesiydi. Sigaranın biri sönmeden diğerini yakar bazen bıraktığı yerde unutur bir üçüncüsünü de ateşlerdi. Arkadaşları uyarır o zaman fark ederdi. Bu kadar çok sigara içmemesi için uyarıda bulunan arkadaşlarıyla inatlaşarak sanki hiçbir şey olmazmış gibi “tabutuma bir çivi daha” der ve yenden bir sigara ateşlerdi. Bu kötü alışkanlık onun genç yaşta akciğer kanserine yakalanmasına neden oldu. Doktorların tüm ısrarlarına rağmen sigara içmeye devam etti. Son nefesini verirken bile ağzında sigarası ile öldü. Sonradan öğrendiğim kadarıyla ailesi ile problemleri varmış. Boşanma noktasına kadar geldikleri için kendine bu yolu seçmiş, çok sigara içmesi de bu yüzdenmiş. Sanki bu da intiharın bir başka şekliydi, kendi sonunu bu şekilde hazırlamış ve noktalamıştı.

Bir zamanlar bende çok sigara içerdim. Hatta benden daha çok içenleriniz de vardır, günde iki veya üç paket. Okul, iş ve diğer etkenler bizi buna zorluyordu sanki. Bu, bizim için bir alışkanlık olmuştu. Hiç farkında olmadan ağzımızda sigara bitiveriyor, ne zaman yaktık ve ne zaman bitirdiğimizi dahi bilemiyorduk. Sabah kahvaltı yapmadan ağzımıza oluyor, akşam yatmadan önce son bir kez onu koklamak istiyorduk. Onunla adeta bütünleşmiştik. Kesinlikle onu terk edemezdik, ya da ben öğle düşünüyordum. Kırk yaşlarına gelmiştim ve hâlâ artan bir istekle arkadaşlığımız devam ediyordu. Bir gün, çok yakın bir aile dostumuzun rahatsızlığı nedeniyle hastaneye yapmış olduğum bir ziyaret sırasında, sigaradan akciğer kanserine yakalanmış aynı odada yatmakta olan pek çok hasta gördüm. Geçekten çok kötü durumdaydılar. İçlerinde çok genç insanlarda vardı. Nefes almakta zorlanıyorlar sanki ölümü bekliyorlardı. Beynimde şimşekler çaktı ve belki yakın bir zamanda benimde akıbetimin bu olacağını düşünerek o an sigarayı bırakmaya karar verdim. Çünkü bir yerden başlamalıydım. Beni yavaş, yavaş öldüren ve hiç beklemediğim bir anda tamamıyla etkisi altına alacak olan bu düşmandan kendimi kurtarmalıydım. Çocuklarımda büyüyor, onlara kötü örnek olmamak, onlarında aynı akıbeti yaşamamaları için bunu yapmalıydım. Bu, çok zor bir karardı ama başarmalıydım. Bunun için bazı araştırmalar yaptım. Beni fazla sarsmayacağını umduğum bir yöntemi uygulamayla işe başladım. Bir yerde okumuştum ve bana mantıklı gelmişti. Bu sistemi uygulayarak başarılı olacağıma inandım. Olay Amerika’da cereyan etmiş. Konu alkolik bir pilotun dramını anlatıyor. “Tanınmış bir hava yolunda çalışan bir pilot, aile sorunları, iş stresi, aşırı yorgunluk neticesi kendini iyice alkole kaptırmış. Aşırı içilen alkol zamanla pilotun işinde de sorunlar yaşamasına neden olmuş. Bu yüzden başarılı bir pilot olmasına rağmen istenmeyen olaylara sebebiyet verebilir düşüncesiyle şirket tarafından geri hizmete alınmasına ve tedavi görmesine karar verilmiş. Pilotun da isteği doğrultusunda, alkolü tamimiyle bırakmak ve tekrar aynı göreve dönme arzusu ile psikolojik tedaviyi kabul etmiş. Uyguladıkları yönteme gelince. Doktor’dan başka hiçbir yerden almamak kaydıyla sadece kendisinin vereceği içki miktarını tüketeceğine söz aldıktan sonra, bir şişe viskinin içinden bir kadehi eksilterek, bir hafta sonra onu bitirmesini ve tekrar yeni bir şişe alması için ona vermiş ve evine göndermiş. Gerçekten içkiyi bırakmaya kararlı olan pilot bir hafta sonra doktorun yanına dönerek içkisinin bittiğini söylemiş ve doktor bu sefer bir şişe Viski içinden iki kadeh eksik şişeyi tekrar kendisine vererek iki hafta sonra yeni bir şişe almak işin onu yeniden evine göndermiş. Kontrollü bir şekilde iki haftaya yayılan içki süresi sonunda pilot tekrar içkisini almak üzere doktorun yanına gelmiş. Bu, böyle birer kadeh eksiltilerek ve süre uzatılarak dört ay boyunca devam etmiş. Bir yandan da doktor pilotun başka yerlerde içki kullanıp kullanmadığını bazı yakınları tarafından da takibini yaptırıyormuş. Aradan uzun bir süre geçmiş. Sonunda pilot doktorun yanına gelerek, artık içkiyi tamamıyla bıraktım, kullanmıyorum, iş yerime tekrar göreve dönmemde bir sakınca olmadığına dair raporunuzu yazarsanız bende bu sıkıcı yeden kurtulmuş olurum demesi üzerine, doktor pilota dönerek, bunu birlikte kutlayalım diyerek bir kadeh kendine bir kadeh de pilota içki hazırlayıp vermiş. Ancak, doktor içkisini içtiği halde pilotun içmediğini görünce ve yapmış olduğu araştırmalarda gerçekten kendi verdiği içkiden başka içki kullanmadığını bildiği için onu tebrik ederek çalıştığı şirkete tekrar göreve dönmesinde bir sakınca bulunmadığına dair bir rapor düzenleyerek işinin başına dönmesini sağlamış.”
Aşırı alınan, alkol, sigara gibi vücuda zarar veren maddeler insan bünyesinde aniden bırakılması durumunda bünyeyi sarsacağı, istenmeyen olaylara, üzüntülere, kavgalara sebebiyet vereceği düşünüldüğü için böyle bir yönteme başvurulunca, aynı durumu sigara tiryakileri içinde kısa sürelerle eksilterek içilmesi ve sonunda kesin kararlı olan kişinin sigarayı bırakılacağını düşünerek bu yöntemi uygulamaya karar verdim. Bu uygulamaya ek olarak bir yıl boyunca dört ay arayla üç defa kan vererek kanımdaki nikotin miktarını azaltmaya çalıştım. Bunda da başarılı oldum. On yıldır içmiyor ve şimdi ondan nefret ediyorum. Evimde, İş yerimde sigara bulundurmuyor, içilmesine de izin vermiyorum, çünkü sizleri, yaşamayı çok seviyorum. Bana bu davranışımdan dolayı kızanlarınız vardır ama günü geldiğinde hak vereceğinize inanıyorum. Sizde deneyin başaracaksınız. Son zamanlarda yeni tekniklerle de sigarayı bırakmak için yapılan uygulamaların olduğunu biliyoruz. Nasıl olursa olsun, sağlığımız için bunun mutlaka yapılması ve bırakılması gerekmektedir. Bunu vurgulamak istedim.

Gençlerin düşünceleri, büyüklerin gözüyle yaşlılık.

Gençler, büyüklerin işlerine karışmalarını istemezler. Karşılarında suratı asık, her zaman homurdanan, ufacık rahatsızlıklarını büyüterek ölüyorum diyerek ortalığı karıştıran, ilgi çeksin diye hastalık yaratan devamlı şikâyet eden, sorgulayan, yargılayan yaşlılardan hoşlanmazlar. Bunu, kendi gençliğimizi yaşadığımız yıllarda nasıl istemiyorduysak, şimdiki gençlerin istemeyeceklerini düşünmeliyiz. O halde, Biz yaşlılar, bakıma muhtaç isek, onların yaşantılarına köstek olmak değil tam tersi onlara özen göstermeliyiz. Asık suratlarımızı güler hale getirmeliyiz, her işlerine burnumuzu sokmamalıyız, daha sevecen ve candan olmalıyız, onların bize ihtiyacı olduğu kadar daha fazlası bizim onlara ihtiyacımızın olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Yoksa sokaklarda yaşamak zorunda kalabiliriz. Bu durumda olan pek çok yaşlı büyüğümüz bunları yapamadığı için şimdi başkalarının bakımına muhtaç oldukları görüyoruz. Belki bu tür davranışlarda bulunmasalardı şimdi sıcak bir yuvada onlarla beraber yaşıyor olacaklardı. Bazıları da bu davranışları yüzünden pişmanlık duyarak hâlâ bir umutla evlerine aylardır gelmeyen çocuklarını veya diğer yakınlarının yollarını gözlüyorlardır. Arayıp hatırlarını sormak, gönüllerini almak en büyük beceridir. Onlar anne ve babadır. Çocukluğunuzda yaptığınız hataları onlar nasıl affettiyse sizlerde eğer bir kusur işlediyse affedin. Şimdi sizler büyüdünüz onla ise küçüldü.

Ey gençler, sizlere sesleniyorum. Yarın, sizlerde bizler gibi yaşlanacaksınız. Bugün den yarını düşünmeniz gerekiyor. Etme, bulma dünyası. Bugün senin büyüklerine yaptıklarını gören çocukların, yarın aynısını sana yapacaklarını aklınızdan çıkartmayın. Büyüklerinizi sevin ve sayın. Elbet bunun mükâfatını bir gün göreceksiniz. Pek çok yaşlı vatandaşımız, evlatlarının ilgisizliğinden şikâyet etmektedir. Bunca emek vererek yetiştirdikleri çocuklarının bu davranışları onları çok üzmektedir. Pek çoğu aç, bakımsız, yersiz ve yurtsuz yaşamlarını sürdürmektedir. Onlara sahip çıkmalıyız, bağrımıza basmalıyız. Bu ilgisizlik ve yalnızlık pek çok yaşlının bunalıma girerek hayatlarına son verdiğini biliyoruz. Onlar sadece ilgi bekliyorlar. Bakara Sûresi 83 ayetinde “Anne ve babanıza ihsanda bulunun, yakınlarınıza, öksüzlere ve biçarelere de yardım edin. İnsanlara güzel sözler söyleyin” diye uyarıda bulunmaktadır. Bir başka söz de cennet annelerin ayakların altındadır der.

Gelişmiş ülkelerde bile aile bağlarının giderek kopması sonucu hükümetlerin bir dizi önlem almaya zorladıklarını yine basındaki yazılardan okuyoruz. Dünyanın en zengin ülkelerinden birinde bundan böyle ailelerin en yaşlı olanlarının hal ve hatırlarını sormasını, onların bakımını ve hatta ceplerine harçlık koyulmasını öngören yasa tasarısı gündeme gelmiş. Bakıma muhtaç kişilerin yaşantılarını garanti altına almalarında ailenin payı istenmiştir. Bu yasayı hazırlayanlar, altmış beş yaşı üzeri olan anneler ve babalar bunca emek vererek yetiştirdikleri çocuklarının ilgisizliğinden yakınarak intihara teşebbüs ettiklerini tespit etmiştir. Yaşı altmışın üzerinde olan, intihar girişiminde bulunan ülkelerinden biri olan Fransa‘da yaklaşık 3,500 yaşlının intihar girişiminde bulunduğu tespit edilmiştir.

İntihar olaylarının gündeme gelmesinde hiçbir neden yokken ortaya çıkmasını sağlayan başka faktörler de vardır.“Aile içinde yaşanan aşırı kavgalarda başkasının önünde hakaret ve aşağılayıcı sözler. Okulda ve iş yerinde başarısızlık, küçük düşme. Çok sevildiğini sandığı kişiden beklemediği kötü sözler. Dayak, cinsel taciz, yapmadığı bir şey üzerine suçlama, ağır cezaya çarptırılma korkusu, sevdiği biri ile kavuşamam duygusu, kötü bir hastalık,” sonrası gibi olaylar intihar düşüncesini gündeme getiren olayları da sayabiliriz.

Kişisel ve Toplumsal İntihar olaylarından örnekler.

Yıl 11 Eylül 2001 Amerika Birleşik Devletlerinde ikiz kulelere yapılan intihar saldırısı sonucu üç bin beş yüzün üzerinde masum insan hayatını kaybetmiştir. Her zamanki gibi sakin bir sabah görüntüsü veren New York ta ki ikiz kuleler ile ABD nin beyni durumunda olan Pentagonda ardı arında düzenlenen intihar saldırıları, çarpan uçaklar bir anda tüm dünyanın bir numaralı haberleri arasına girmişti. Binlerce insan bu olayda hayatını kaybetti. Yine çok yakın bir zamanda yaşadığımız ve ülkemizde herkesi üzen 20 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’da iki ayrı yerde meydana gelen İntihar girişimli bombalı saldırı sonucu 42 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, yüzlerce vatandaşımız da yaralanmıştı. İlk patlama saat 10,55 sularında HSCB bankasının Genel Müdürlüğü binası önünde gerçekleşti. İkinci patlama ise bu olaydan hemen sonra Beyoğlu’ndaki İngiliz Başkonsolosluğunu önünde meydana gelmişti. İspanya’nın Madrid şehrinde bir trende meydana gelen bombalı eylem, komşumuz Irakta bombalı intihar olayları, yüzlerce, binlerce insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Bunları yazmakla bitiremeyiz. Her gün buna yenileri eklenmektedir. Pek çok masum insanın bu olaylarda hayatlarını kaybetmesi ve ağır yaralanmalarının yanında bizi üzen bir başka yönü ise, o gün tüm dünya televizyonları yaşanan bu olayları göstererek halkına, Müslümanların bu tür eylemler yaparak suçsuz insanların ölmelerine neden olduklarını anlatmakta, dinimizi kötü bir propagandaya alet etmektedirler. Bu yaşananlar düşmanların ekmeğine yağ sürmekte ve istediklerine kavuşmaları sağlanmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki Müslümanlık, Sevgiyi, saygıyı, yardımı, barışı, hak ve adaleti insanlığı ön planda tutan bir dindir. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Başka dinden de olsa Ona ve başkalarına zulmetmez. Onun kanına, ırzına, namusuna, zarar vermez. Bu ve buna benzer hiçbir olayla ilgisi yoktur. Yeryüzündeki mevcut bütün dinlerde, kötü niyetli kişiler insanların en hassas olduğu konu olan dini, inancını kullanarak onları oyuna getirerek istediklerini yaptırmakta ve kendilerine menfaat sağlamaktadırlar. Bu tür eylemlere asla müsaade edilmemelidir. Bilinmelidir ki kötülükle hiçbir sorun çözülmez, aksine daha da alevlenir, çıkmaza sürükler. Düşmanlarımızın, kötü düşüncede olanların istediği de budur. Onlar, dünyayı yavaş, yavaş yok etmekte kendileri gibi başkalarını da ateşe sürüklemektedirler. Bir başka dünya yoktur. Onu korumak ve yüceltmek, yaşanır hale getirmek biz insanların ve devletlerin görevidir. Çabamız, insanlığın mutluluğu ve huzuru, dünyamızın ve çocuklarımızın geleceği için el ele vererek bu yanlışı düzeltmek olmalıdır.

Bu konu ile ilgili olarak biz Müslümanların kutsal kitabı olan kuranı kerimin Mâide Süresi 32 ayetinde “Her kim İnsanı, bir nefse karşılık veya yeryüzünde öldürmeyi gerektiren bir hareketi olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir insanın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur! Celâlim hakkı için, resullerimiz onlara açık delillerle geldiler. Sonra içlerinden birçoğu bütün bunların arkasından hâlâ yeryüzünde fesad ve cinayette ölçüyü kaçırıyor!” demektedir. Yine bu konu ile ilgili En’âm süresi 151 ayetinde “De’ki; Geliniz, size Rabbiniz neler haram kıldı okuyayım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Babanıza, Ananıza iyilik yapmaktan ayrılmayın! Yoksulluk yüzünden evlatlarınızı öldürmeyin, size de onların da rızkınızı biz veririz. Zinaya ve benzeri kötülüklere, açıktan açığa veya gizli de olsa, yanaşmayın! Allah’ın muhterem kıldığı nefsi haksız öldürmeyin! İşte Allah size bunları ferman buyurdu, umulur ki akıl edersiniz” buyurmuştur. Furkan süresi 68 ayetinde de “Ve onlar Allah’tan başka tanrılara tapmazlar, Allah’ın haram kıldığı nefsi, haksız yere öldürmezler, zina yapmazlar, her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpılır.” der.

Yukarda kuranı kerimden alınan bu surelerde insan öldürmenin ne kadar büyük bir günah olduğunu açıklamaktadır. Bununla ilgili pek çok ayet vardır. Bizleri yaradan yüce Allah hangi dinden, milletten olursa olsun mutlaka bunları yapanları cezalandıracaktır, bundan kaçış yolu yoktur. Kurallar bellidir.

Bu eylemleri ve olayları geçmiş yıllara göre mukayesesini yaptığımız vakit, gün geçtikçe arttığını ve toplumların huzurunun bozulduğunu, insanların içini korku kapladığını görmekteyiz. Şehirlerde alkol, hap, uyuşturucu, kullanımı artmış, kesici ve öldürücü aletlerin taşınması ve kullanılması yasaklara rağmen engellenememiş, denetimler de yetersiz kalınca artık ülkelerin kendi sınırları içinde yaşanan bu şiddet olaylarına insanlar kendileri müdahale etmek zorunda kalmıştır. Ölümlerle sonuçlanan olaylar nedeniyle insanlar geleceklerinden endişe duymaya başlamışlardır. Tüm dünyada, kapkaç, soygun, yaralama, tecavüz olayları, canlı bombalar, terör saldırıları beklenmedik zaman ve mekânlarda faaliyete geçmiş, insanlar yalnız başına sokağa çıkmaya, alışveriş yapmaya, çekinir olmuşladır. Maddi ve manevi zarara uğrayan insanlar, kendi yöntemleri ile kendilerini koruma altına almak istemişlerdir. Çığ gibi artan bu olaylar karşısında herkes silah taşır duruma gelmiş, adeta kişiler kendi kurallarını kendileri koyarak uygulamaya başlamışlardır. Kendilerini ve ailesini tehlikelerden korumak için ruhsatlı veya ruhsatsız silah, kesici alet gibi öldürücü silahları taşıyan insanlar güvenlik güçlerinin müdahalelerine rağmen, karşılaştıkları sorunları şiddete, şiddet uygulayarak çözmektedirler. Huzur ve güven ortamı gün geçtikçe azalmaktadır.

İnsanın önemi, sokağa atılan çocukların dramı ve toplumun buna bakış açısı.

Ayrılıp, boşandıktan sonra ortada kalan, kavga ve dayak yüzünden evini terk eden, annesiz, babasız başkalarının yanında barınmak zorunda kalan çocukların dramına gelince. Yapılan denetimlerde yakalanan pek çok çocuğun ailelerini geçindirmek için dayak korkusuyla zorlanarak vücutlarını sattıklarını, on dört ve on beş yaşlarında yakalananları, ailelerine veya sosyal hizmetler müdürlüğü yurtlarına geri teslim ettiklerini, buna rağmen aynı suçu işlemeye devam ettiğini, bu yüzden yurtlarına iade edilen çocukların yurtlarda yaşayan diğer çocuklara da kötü örnek oldukları da yurt yetkilileri tarafından söylenmektedir. Son günlerde yuvalardan kaçan, aileleri tarafından bu amaçlarla kullanılmak üzere değişik şehirlerde para karşılığı satılan bu çocuklar ceza almadıkları için yakalandıktan sonra serbest bırakıldıklarından, bu eylemlere tekrar devam ettikleri gözlenmiştir.

Bir başka olayda ise, yuvadan kaçarak hırsızlık yapan ve sabıkası olan, bu yüzden rekor ceza alan sekiz yaşlarında bir kız çocuğunun yakalandıktan sonra yuvaya geri verilmesi sırasında görevlilere saldırarak tekrar yuvadan kaçacağını ve yeniden hırsızlık yapacağını söylemiştir. Alınan ifadelerinde bazı çocuklar“Annem, babam alkolik. Fuhuş, hırsızlık yaptığımı biliyor. Onlar bizi buna zorluyor. Ben de bu yaşantıdan bıktım ama ne yapacağımı bilemiyorum. Birkaç kez intihara teşebbüs ettim. Kurtardılar. Bazı arkadaşlarım böyle yaparak hayatlarına son verdiler.” demişlerdir.

Bir diğeri. “Babam beni, benden yirmi yaş daha büyük birine yedi bin lira karşılığında sattı. Bir fırsatını bulup ondan kaçtım. Tek başınayım. Birilerin yanına sığındım. Bir süre bana baktılar. Yedirdiler, giydirdiler. Bir gün bana giysi alacaklarını söylediler, çarşıya gidiyoruz sandım. Bir otele girdik. Bana beklememi söylediler. Bir meşrubat içirdiler. Sonra elime bir paket vererek şu numaralı odaya git orada elbiseni dene dediler. Odaya girdim. Elbiselerimi soymuş tam giyerken tanımadığım iki kişi içeri girdi. Bana saldırdılar. Korkudan hiçbir şey yapamadım. Bayılmışım, uyandığımda üzerimde hiçbir şey yoktu. Orada bulduğum bir cam bardağı kırarak bileklerimi kestiğimi hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda kendimi hastanede buldum.” dedi.

Fuhuşla mücadele için ALO 157 hattı açılmıştır. Zorla bu batağa sürüklenmek istenen kadınların ve çocukların bu ALO 157 hattını arayarak ihbarda bulunulması istenmektedir. Pek çok yabancı uyruklu kadını tuzağa düşürerek fuhşa zorlandığı, kadın tüccarlarının ellerinden de bu ALO 157 hattına yapılan ihbarlarla kurtarılmışlardır.

Olayların başlangıcına geniş açıdan bakacak olursak evlilikteki düzensizlik, aileler içindeki kopukluk, geçimsizlik, bilgisizlik, arkadaş ve çevre faktörü, sağlık sorunları, ekonomik dengesizlik, aile içi eğitim, uyuşturucu bağımlılığı, kumar alışkanlığı, işsizlik, tecrübesizlik gibi daha sayabileceğimiz diğer nedenlerden dolayı sokaklara terk edilen çocuklara insanların bakış açısı değişmiştir. Terör, gasp, soygun, kapkaç, yaralama, tecavüz olaylarında, hep bu kişilerden kaynaklandığı ve bu eylemlerde sokak çocuklarının adları geçtiği için toplum olarak dışlanmışlardır. Olayın çocuklar üzerindeki psikolojik durumu ayrıca değerlendirildiğinde aslında bu olaylara sebebiyet veren yine biz büyükler olmuşuzdur. Biz büyükler derken bizleri yönetenlerden bahsetmek istiyorum. Onları bu duruma iten sebepleri ve çözümleri üretmediğimiz için. Göz ardı ettiğimiz bazı gerçekler ve yaşanan olaylar, evlerini terkeden kimsesiz çocuklara maal olmuş ve bu günlere gelinmiştir. Bunları sırasıyla şöyle açabiliriz.

En önemli olanından başlamak istiyorum, eğitim, sağlık ve işsizlik önlenmediği müddetçe bu sorunlardan kurtulmamız mümkün olmayacak ve giderek artacak ve ülkenin kanayan bir yarası haline gelecektir.
Anneler ve babalar çocukların eğitimi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Yemezler, içmezler, yedirirler, aza kanaat ederler. Üzerlerinde hep birkaç yıldır giydikleri giysiler ve ayaklarında en ucuzundan ayakkabıları vardır. Çocukları mahcup olmasın, arkadaşlarından geri kalmasın diye gereken özeni göstererek her şeyleri eksiksiz yapmaya çalışır. Bütün bu iyi niyetli yaklaşımlar, çocukların kendilerini kurtarıp ülkelerine yararlı birer insanlar olsun diye. Ancak, pek çok çocuğumuz bu maratonu tamamlayamadan okul hayatını yarım bırakmak zorunda kalır. Her şeyi ile kendini buraya adayan evlatlarımız, ailelerinin maddi ve manevi desteklerine rağmen isteklerine ulaşamadıklarından büyük bir çöküntü içine düşer. Ömürlerinin üçte birini okul sıralarında geçirmişlerdir. Bu nedenle mesleki eğitim görmemişlerdir. Üniversite sınavlarını kazanamayanlar bir anda kendilerini boşlukta ve yalnız hissederler. Çaresizlik içinde kalırlar. Aynı sıkıntıları tekrar yaşamak istemezler. Her yıl milyonlarca çocuk sınava girer. Bunlardan yarısından çoğu başarısız olur ve açıkta kalır. Üstelik ailesi umutla ona parasının son kuruşuna kadar harcar ve dershanelere gönderir. Boşa harcanan zaman, sokağa atılan para ve sonunda bir hiç. Bu sefer başarısız oldukları için etraftan tepki almaya başlarlar. Hor görünürler. Hep okulu düşündükleri ve bir meslek sahibi de olamadıkları için iş bulamazlar. Yeni iş yerleri açılmadığından ve pek çok kişi iş ararken iyice bunalıma sürüklenirler. Bir kısmı bu yüzden evlerini terk eder. Bir kısmı buna dayanamayıp intihara teşebbüs eder. Bir kısmı için ise tek kurtuluş geçinecek bir iş ve evlenmektir. Bunu da anne ve babadan yardım alarak gerçekleştirirler, zor geçindikleri için de ailelerinden maddi destek alırlar. Acele verilmiş kararla yaptıkları bu evlilikler çoğu zaman başarısızlıklarla geçer. Maddi sıkıntı çekerler ve evde yaşanan huzursuzluklar nedeniyle kısa zamanda boşanmalar olur. Çoğunluğunu teşkil eden binlerce çocuğumuz ise Okuldan koparıldıkları, işsiz oldukları için kendilerini ezici bir baskı altında hisseder ve bu zamanla daha da artarak hat safhaya ulaşır. Hiçbir işe yaramadığını sanan bu gurup arayış içine girer ve böyle bir durumda iken uzanan bir yarım elini de geri çevirmez. Baştan her şey çok iyi gider. Karnı doyar. Cebi para görür. Kendini mutlu hisseder. Her şeyin çok iyi gittiği bir sıra birden madalyonun bir başka yüzü kendini gösteriverir. İşte, tehlike bundan sonra başlar. Yardım elini uzatıp karnını doyuranlar, cebine harçlık koyanlar gerçek yüzlerini gösterip bu davranışlarını karşılığı olarak ondan bazı istekte bulunur, yaptıramadıkları takdirde tehdit ederek gözünü korkuturlar.

Bu kategoriye giren, yine çoğunlukta olan bu kesim içinde geçim sıkıntısı çeken ailelerin çocukları, tabii afetler, trafik kazaları sonucu anne ve babasını kaybeden, anne ve baba dayağından kaçanlar, tecavüze maruz kalan ve akli dengesi bozuk olan sokak çocuklarını da ilave edersek bu sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı yalnızlığa itilen ve ortada kalan çocuklara sahip çıkılamadığı için kötü niyetli insanların ellerinde bu çocuklar öldürücü birer silah olarak kullanılmaktadır. Kimi uyuşturucu satarak geçimini sağlamakta, kimi kaçakçılık yaparak yaşamını sürdürmekte, kimi, toplumun huzurunu bozmak, düşüncelerini topluma kabul ettirmek için kullanılmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren yaşam mücadelesi veren bu çocuklar, her türlü sevgiden mahrum büyüdükleri için kafalarında sadece kendilerini bu duruma düşüren büyüklerinden öç almak istediklerinden hep kötü düşünmektedirler. Onlar için tek gerçek yaşamak için öldürmektir. Hatta daha da ileri giderek kendisini bu durumu getirenlerden intikam alarak bu hayata son noktayı koymaktır. İşte, bu en tehlikeli olanıdır. Burada başkaları devreye girer. Dünyada kötülerde vardır ve kötü düşüncede olanlar onları bu şekilde telkin ederler. Ekonomik çıkarlar, ülke içinde hak arayanlar, kendi isteklerini zorla kabul etmek isteyenler, başkaları için çalışanlar huzur ve düzeni bozarak kendilerine çıkar sağlayanlar bu çocukları kandırıp kullanmaktadırlar. Son günlerde meydana gelen kapkaç olayları, intihar eylemcileri en çarpıcı örneklerindendir. Dünyada çığ gibi artmaktadır. Elli veya yüz TL için, bir dilim ekmek, değersiz bir eşya çalmak ve bir yaşamı sona erdirmek onlar için çok kolay bir iştir. Ya da, canlı birer bomba olarak kullanılabilmektedirler. İnsanlara zarar vermek onları mutlu eder. Dini inançları zayıf olduğu için bunun vebalini düşünmezler. Öldükten sonra tüm bu yaptıklarının hesabının sorulacağından haberleri yoktur veya yanlış bilgilerle kafaları, düşünceleri çarptırılarak kötü niyetli kişiler tarafından küçücük beyinleri tahrip edilmiş, yalan yanlış bilgilerle kandırılmışlardır. Birilerinin gözünde onlar zaten birer ölüdür. Her şeyi gözlerini kırpmadan yapabildikleri için toplumdan dışlanmışlardır. Kuranı kerimin Nisa süresi 93 nücü ayetinde “Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir. Allah (c,c) ona gazab etmiş, lanet etmiş ve büyük bir azab hazırlamıştır” der. İslam dini, insanın canını, malını, ırzını koruma altına almıştır Bilmezler mi ki, kıymetli bir varlık olan insana yapılan saldırıların Allah (c,c) katında çok büyük bir günah olduğunu. İmanı kuvvetli olan bir insan başkasını öldürmez, tam tersi muhtaç ve zorda olanlara yardım elini uzatır. Bu tür olayları yapanlar ve yaptıranlar günah işledikleri gibi dinimizi ne kadar zor duruma düşürdüğünün farkında değildirler. Dünya genelinde bu olaylar gün geçtikçe artmakta toplumların huzuru bozulmaktadır. Hâlâ, gündeme gelen ve ülke sınırlarını aşan intihar girişimleri, pek çok masum insanın ölmesine neden olmaktadır. Bu olayların önüne geçilmediği, ülkeler gereken tedbirleri almadığı takdirde, başka büyük felaketleri daha çok yaşayacağımız bir gerçektir. Bunun için medyum olmaya gerek yoktur. Gidişat bunu göstermekte, yara gittikçe büyümektedir. Tekrar eski sağlığına kavuşturmak çok zor ve çok pahalıya mahal olacaktır. İzi kalacak ve en ufak bir tedbirsizlikle yeniden hortlayacaktır. Hastalık yayılmadan alınacak tedbirlerle bunu yok etmek gerekir. Bunun da değişik yöntemleri vardır. Gerek ülke içinde gerekse ülkeler arasında alınacak köklü tedbirler ve işbirliği ile bunun önüne geçilebilir. Bu konu üzerine eğitim görmüş insanlar bir araya gelip hastalığı nasıl tedavi edeceklerini ve bir daha olmaması için neleri yapmaları gerektiğini tartışarak çözebilirler. Yoksa buna sebep olanların yarın kendi başlarına geleceğini kimse garanti veremez. Harcanacak olan paralar insanların mutluluğu ve gelecekleri için harcanmalıdır silah için değil. Atılan her yanlış adım dünyamızı yeni felaketlere götürecektir. Kuranı kerimde bu konu ile ilgili açıklamalarda ise şöyledir. Âl-i İmrân süresinde 137 ayetinde “Sizden evvel tarih olmuş bir takım vaka’lar geçti; onun için yeryüzünde dolaşın da bir bakın bakalım, peygamberleri tekzip edenlerin âkıbetleri nasıl olmuş” der. Peygamberlerden sonra yaşanan her azgınlığın ardından büyük felaketlerin yaşandığı, pek çok halkın, topluluğun yok olduğu ve en son Nuh tufanı ile de bu azgınlık, sapıklık, inançsızlık ve yaşanan kötü olaylar sonra tamamı ile yok olduğu, sulara gömüldüğü, yeni bir nesil doğduğu bildirilmiş ve bundan da ders alınması istenmiştir. Bu böyle devam edildiği takdirde hiç beklemediğimiz anda aynı akıbeti bir gün tekrar yaşayacağımızı da belirtmiştir. İşte bu da dünyamızın sonu olabilir.

Kuranı Kerimde dünyanın sonu ve kıyamet konusunu çok açık bir şekilde anlatmış ve kullarına bu konu hakkında haber vermiştir. Peygamberler zamanında kavimlerinin nasıl yok olduklarını da sırasıyla anlatmıştır. Bunlardan bazı örnekler vermek istiyorum.

İnsanoğulları bataklığa saplandıkça onlara Peygamberler gönderilmiş ve halkın bu durumlardan kurtarılması istenmişti. Bu kötü düzenler her peygamberler sonrası durdurulamaya çalışılmış, sapıklık, azgınlık, hırsızlık, Allah’tan başka tanrılara inanmak, haksız yere insan öldürmek ve kötü olaylar durdurulamayınca her gelen peygamberin arkasından büyük tufanlar olmuş yer, gök parçalanmış topluluklar tamamı ile yok olmuştur. Artık son peygamberimiz olan Hz. Muhammet’ten başka peygamber bu dünyaya gelmeyecektir. Kitabı da Kuranı Kerim dir ve her şey burada apaçık anlatılmıştır.

Lût Peygamber: Peygamber olarak seçildikten ve halkını Lût gölünün güney batı tarafında bulunan Sedum şehrine yerleştirdikten son halkı azgınlığa başladı. Erkeklerle ilişkiyi adet haline getiren bu halkı Lût peygamber ne yaptıysa engel olamadı. “Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp ta insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz, sizler sınırı aşmış sapık bir kavimsiniz” demiş ve halkını bu kötü durumdan kurtaramamıştı. Bunu üzerine gittikçe artan sapıklık sonrası sabahın erken saatlerinde ona inananların dışında karısı dâhil tüm Sedum halkı yok olup gitti, şehrin altı üstüne çıktı ve gökten taşlar yağdı.

Hz Nuh: 50 yaşında peygamber olan Nuh Aleyhüsselam o devirde kavminin putlara tapmaya başlaması üzerine onlara engel olmaya çalışmış ve hatta kendi oğlu dahi babasına karşı gelmişti. Bütün çabalarına rağmen bu durumdan kurtaramayan kavmini Allah’ın emri üzerine hazırlamış olduğu üç katlı bir gemiye bindirdiği 80 kadar yandaşıyla birlikte her cinsten iki hayvanı da yanına alarak gemiye bindirmesinden sonra kopan tufandan tüm halkı sulara gömülmüş ve gemide kalanlardan başka hiç kimse kurtulamamıştı.

Hz Hud: Bereket ve bolluk içinde yaşayan ve yemende bulunan Ad kavmine Peygamber olarak gönderilen Hz Hud, halkının putlara tapmasını, engel olamayıp, üstelik kötü hakaretlerine maruz kalınca beddua ederek Allah’tan üzerlerine bir musibet gelmesini istemiştir. 3 yıl boyunca kuraklık yaşayan halk, daha sonra 7 gün 8 gece gönderilen bulutlar ile kasıp kavrulmuş, azgın fırtınalar ile cezalandırılmışlardı. Allah’a inanıp iman eden halk bu zor durumdan kurtulmuştu.

Hz Salih: Ad kavminde yaşanan felâketten sonra oradan kaçan Semut kavmi Şam ile Hicaz arasında bulunan Hicr denilen bölgeye yerleşti ve zamanla hak dininden uzaklaşarak Ad kavmi gibi putlara tapmaya başladılar. Varlık ve bolluk onları da azdırmıştı. Peygamber olarak gönderilen Hz Salih Halkını Allah’ın yoluna çağırmasına rağmen putlara taparak azgınlıklarını devam ettirdiler. Bunu üzerine Allah onların kadınlarını kısır bıraktı, hayvanları yavrulamaz ağaçları meyve vermez oldu. Bunun üzerine halkı ondan bir mucize gördükleri zaman ona inanacaklarını söylediler. Gerçekten olmayacak bir istekte bulundular. Kayadan kızıl tüylü ve doğurmak üzere bir deve çıkartmasını istediler. Bu istekleri Allah tarafından gerçekleşince onun sütünden içmeleri istendi. Halk deveyi serbest bırakmalarını istedi. Hz. Salih onu öldürmemelerini ve aksi takdirde büyük bir azaba düşmemeleri için onları uyardı ama buna rağmen deveyi öldürünce Semut kavmi de Allah’a inanan ve orayı terk edenlerin dışında tamamı kuvvetle gelen bir ses dalgasıyla yok edildi.

Hz. Suayp: Kavmi Eyke halkına, Allah’tan korkun, ölçüyü, tartıyı doğru yapın. İnsanların haklarını eksiksiz verin, kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkartmayın diyerek halkını uyarmasına rağmen Eyke halkı onu dinlemediler ve azap isteyecek kadar ileri giderek ona hakaret ettiler. Allah’ ta onlara istediği azabı verdi. Güneş yedi gün boyunca müthiş bir sıcaklık yaydı. O son gün gökyüzünde bulutlar belirdi ve serin bir rüzgâr esmeye başladı. Eyke halkı bu ferahlatıcı bulutların altına toplanarak serinlemek istedi. Birden o bulutların altından bir ses indi ve Eyke halkı yeryüzünden silindi.

TAVAN SÜSÜ

24 Mart 2007 Cumartesi

TEMİZ BİR DÜNYA İÇİN BİZE KATIL


TEMİZ BİR DÜNYA İÇİN BİZE KATIL

Gelin birbirimizle dost ve arkadaş olalım. Sevgiyi, mutluluğu, acıyı hep birlikte paylaşalım. Bundan sonra şiddete, teröre, açlığa, yoksulluğa, son verelim. Sevdiklerimizle birlikte sonsuzluğa kadar yaşayalım ve yaşatalım. Yarını emanet edeceğimiz çocuklarımıza, yakınlarımıza yaşanır, huzurlu bir Dünya bırakalım. Silahla, kavgayla değil sevgiyle yaklaşalım. Sesimi duyuyorsan bizlere katıl, duygu ve düşüncelerinle sende bizlere kucak aç (Yorumlarınızı aşağıdaki Email adresime gönderebilirsiniz.) Kim olursan ol, hangi ülkeden ve milletten olursan ol. İster Amerikalı, ister Avrupalı, ister Asyalı, ister Afrikalı, ister Avustralyalı, isterse Kutuplardan ol, Sesimize kulak ver, yaşanır bir dünya için haydi el ele, kucak kucağa, omuz omuza vererek tüm dünyaya sesimizi duyuralım. Bize, dünyamıza, çocuklarımıza, geleceğimize kötülük edenlere asla fırsat vermeyelim, Sloganımız “TEMİZ VE YAŞANIR BİR DÜNYA İSTİYORUZ”. Bu mesajı sevdiklerimizle paylaşın ve herkese ulaştırmaya çalışalım. (metinaksac@hotmail.com.tr)
Bulmaca 1. cevapları.
1.NCİ Bulmacanın cevabı.
1, Sağ öndeki büyük Aslanın bastıpı kütüğün altındaki çiçek yok.
2, Maymunun başı üzerindeki ay yok.
3. Maymunun kuyruğuna yakın ağaç yaprağı yok.
4, Soldaki küçük aslanın alnından sarkan yelenin biri eksik,
5, Soldaki Filin ayak altındaki kütüğün önündeki çiçek yok,
6, Zürafanın başının üzerindeki ağaç dalı yok.
7, Yılanın boynuna yakın olan yerde siyah benek yok.
Bulmaca 2 cevabı (8 poz)
Bulmaca 3 cevabı (Sandalyede yatan şapkalı olan gerçek)
Bulmaca 4 cevabı (18 at başı)

23 Mart 2007 Cuma

Bir kuş uçmak üzeredir yuvadan,

Bir kuş uçmak üzeredir yuvadan,
Çırpınır durur kurtulmak ister buradan,

Okşar durursun, gitmesin diye,
Ayakları götürür onu hep geriye,

Ne yaparsan yap, vakti gelmiştir onun,
Gelinlik giydiğinde o senin gururun,

Hele evden ayrıldığında hüzün çöker içine,
Uyuyamazsın bir zaman sıkıntı gelir yüreğine,

Bundan kurtuluş yoktur, yüreğin parçalansa da,
Allah mesut etsin onu, aramızdan ayrılsa da,

Yazan.Metin AKSAÇ

Hayattan hisse,

Aşk gönül işidir, ne ekmek ister nede su,
Yürekten gelir hemen kokusu,

Belli eder kendini açlık çekerken,
Ayakların götürür seni bazen eve giderken,

Bir yüzünü göreyim dersin ya da bir sesini,
Farkedemezsin o an yanından da gideni,

Uykuların kaçar gündüzü, geceyi karıştırırsın,
Zamanla herkes gibi sende buna alışırsın,

Bende âşık oldum diye haykırırken,
İçkinin dozu kaçtığında karakola giderken,

Ağlarsın, sızlarsın, ben âşık oldum diye,
Götürürler kız evine onu istemek için hediye,

Bir çırpıda evlenirsin, çocuğu kucağında görürsün,
Bir yanda çalışırken diğer yandan büyütürsün,

Dünya telaşıdır bitmez, ne alırsan al eve yetmez,
Bindiğin dal da artık bu yükü çekmez,

Zaman su gibi akarken, ikincisi gelir erkenden,
Aşk meyvelerini verirken, sen gidersin elden,

Kapını çaldıkları vakit şöyle bakarsın bir geriye,
Götüremezsin hiçbir şeyi gideceğin yere,

Aşkın mutlu ettiyse seni, yetiştirdiysen meyveleri,
Sen rahat ol yerinde derler, merak etme bizleri,

Yazan. Metin AKSAÇ

Kimler geldi kimler geçti

Ben pek çok padişahlar duydum,
Karşısında divan pençe duran,
Bir el işaretiyle boynundan vurulan,

Ben pek çok sultanlar duydum,
Güzellikleri ile insanı büyüleyen,
Hastalık geldi mi mum gibi eriyen,

Ben pek çok kabadayılar gördüm,
Ortalığı inleten, vurdu mu deviren,
Adaletin karşısında boynu bükülen,

Ben pek çok kahramanlar tanıdım,
Ülkesi için canını veren,
Arkasından gözyaşı döktüren,

Ben çok zenginler tanıdım,
Paranın esiri olup onun kölesiyim diyen,
Öldükten sonra hiçbirşey götüremeyen,

Sultanlar, padişahlar, kabadayılar,
Geldi geçti yüzlerce, binlerce belkide,
Hani şimdi nerede, hangi çukurların içinde,

Kimi kötü anılarla hatırlanıyor zihinlerde,
Arkasından beddualar ediliyor belki de,
Kimi iyi anılarla hatırlanıyor gönüllerde,

Kimler geldi, kimler geçti bu yeryüzünde,
Durmadan gelip gidiyor, sırası gelen de gelmeyen de,
Giden bir daha da dönmüyor, acaba rahat mı ki yerinde,

Yazan. Metin AKSAÇ

19 Mart 2007 Pazartesi

Namus cinayetleri,

Namus cinayetleri ve arkasından gelen kötü sonlar ve istenmeyen olaylara gelince, bu konu ülkemizin kanayan bir başka yarasıdır. Yaşanan kötü bir olaydan sonra Namus kavramı sanki bizde yok etme anlamını taşımaktadır. Her kesimin namus kavramı farkı bir şekilde kafalarda olgunlaşmış ve uygulanmıştır. Genel olarak Namus her iki cins için geçerli ise de, bundan en çok zararı gören kadındır ve dolaysıyla erkek de yaşamaktadır. Burada aile toplumunun almış olduğu karara uymayan erkeklerde bundan zarar görmektedir. Onlar bulunduğu yeri terk etmek zorunda kalarak hayatlarına yeni bir sayfa açmaya çalışarak bu ortamdan kendilerini uzaklaştırmaktadır. Atalarımız namus kavramını şu kelimelerle çok iyi anlatmaya çalışmışlardır. “At, Avrat ve Silah”. Bu olaylar değişik biçim ve şekillerde cereyan etmektedir. Evlerde duvara asılan göstermelik tüfekler veya yastık altında saklanan tabancalar korku ve endişenin ama en önemlisi namusun bekçileri gibi bekletilir. Erkek çocuklarına göre kız çocuklarına daha acımasız davranılır, izinsiz asla dışarı çıkamazlar ve onlar evin namus timsalleridirler. Bazı yörelerimizde kadının bir erkekle beraber olası namus kavramı taşıdığı gibi, onun izinsiz sokağa çıkması, pantolon giymesi, sinemaya girmesi hatta radyodan şarkı bile istekte bulunması onun öldürülme sebebi olabilir. Zamanında bu tür olaylar yaşanmış ve önümüzde örnekleri vardır. Tabi bunlar sadece bir neden gibi gösterilebilir. Asıl mesele bir başka olayın yaşanmasından olabilir. Bunlar kesinlikle gündeme gelmez. İntihara bile zorlanırlar. Birleşmiş milletler Nüfus Fonu’nun 2004 yılında gerçekleştirdiği “Türkiye’deki Namus Cinayetlerinin Dinamikleri” adı altında yapmış olduğu araştırmada, bu cinayetlerin ülkemizde en fazla Batman, Şanlıurfa, İstanbul ve Adana’da gerçekleştirildiğini göstermiştir. Yapılan araştırmalarda her yıl dünyada beş binden fazla kadın namus cinayeti yüzünden öldürüldüğü, ülkemiz de ise son beş yılda yaklaşık bin yüz kişinin bu yüzden cinayete kurban gittiği tespit edilmiştir. Yaşanan cinnetlerin % 29 namus olayları yüzünden gerçekleştiği ilgililer tarafından belirtilmiştir. ABD de namus cinayetleri çoğunlukla ateşli silahlarla gerçekleştirilirken, Hindistan da ise namus cinayetlerinde kadınlar dövülerek ve yakılarak öldürülmekte, ardından yakılma olayını sanki “Mutfak kazası olarak” öldüğü şekilde kullanıldığı bildirilmektedir. Namus cinayetlerinin en çok olduğu ülkeler sıralamasında ABD ve Ülkemiz den başka Ürdün, Ekvator, Bangladeş, Mısır, İsrail, İtalya, Fas, Pakistan, İsveç, Uganda, Brezilya ve İngiltere olduğu belirtilmektedir.

Ülkemizde yasalarımız bu suçları işleyen büyüklere ağır hapis cezası verildiği bilindiği için çoğunlukla namus olaylarında küçük yaşta çocuklar alet edilmektedir. Çocuklar, aile meclisinin almış olduğu bu karara zorlanmakta ve kaderleri ile oynanarak buna mecbur edilmektedirler. Küçücük yaşlarda eğitimsiz kalan bu çocuklar ıslah evlerinde veya ceza evlerinde beyinleri yıkanarak yaşam felsefeleri tamamıyla değiştirilmekte, belki bir başka suçtan yakalanarak yeniden kapalı kapılar ardına sokulmaktadırlar. Oysa esas suçlu olanlar, onları bu duruma düşüren, ellerine silahı verenlerdir. Aile meclisinin almış olduğu kararda en büyük zararı çocukları çekmekte ve gelecekleri yok edilmektedir. Bunun önüne geçilmelidir. Aşağıda anlatacağım küçük öyküde bunun ne derce de doğru olduğunu göstermektedir.

Parkta karşılaştığım yaklaşık Otuz, otuz beş yaşlarında ayakta duramayacak kadar sarhoş bir alkolikten söz etmek istiyorum. Ayaküstü bana hayat hikâyesini anlattı. İlgimi çektiği için onu can kulağı ile dinledim ve hak verdim. O sarhoş hali ile bile ciddiydi ve inançlıydı. Anlatırken dili zor dönüyor, bazı sözlerini anlamakta zorluk çekiyordum. Yaşadıklarının hepsinin doğru olduğuna inandım, çünkü sarhoş olmasaydı belki bu sözler ağzından dökülmeyecekti. İyi bir öğretmen olmak hayalini yaşarken kader onu ortaokul sıralarında yakalamış ve içine çekmiş. Köylerinde, namus yüzünden yaşanan ve ölümle sonuçlanan bir olayda yaşı küçük olduğu için aile meclisinin almış olduğu bir karar üzerine dedesinin işlemiş olduğu bir suçu üzerine almış. Ceza evine girmiş. Ceza evine girdikten kısa bir süre sonra dedesi hastalanmış ve ölmüş. Burada tam on beş sene çile çekmiş. Dedesinin olaydan kısa bir zaman sonra ölmesi ve burada boşu boşuna uzun bir zaman kalması onu iyice bunalıma sürüklemiş. İkinci büyük darbe de ceza evinde son yıllarını geçirirken kız kardeşinden gelen mektupta yazdığı haber onu adeta yıkmış. Çünkü anne ve babası bir trafik kazadasın da ölmüş. Kardeşi evlenmiş ve İstanbul’a yerleşmiş. Mektubun sonuna da adresini yazmış. On beş yıl ceza evinde neler çektiğini, sıkıntılarını gözleri dolu, dolu anlattı. Buradan kurtulduktan sonra doğruca köyüne gitmiş. Yıllar önce ömrünü geçirdiği ev bakımsızlıktan harabeye dönmüş. Odaları örümcek ağları ile kaplanmış, bazı eşyalar çürümüş. Başını duvarlara vura, vura boş yere sıkıntılar içinde geçirdiği on beş yılını düşünürken kendine gelmiş. Köyde kimseye görünmeden kardeşinin mektupta yazdığı adreste onları bulmak üzere İstanbul’un yolunu tutmuş. Bir süre onların yanında kalmış. Bir yakının yardımıyla hamallık işi bulmuş. Altı ay burada çalıştıktan sonra kız kardeşinin bulduğu bir kızla imam nikâhı ile evleniş. İki göz oda tutmuşlar. Aradan bir yıl geçmiş bir çocukları olmuş. Yaşantılarında hiçbir şey değişmeden dört yıl geçmesine rağmen doğru dürüst bir iş bulamadığı ve yaptığı hamallıktan bir şeyler kazanamayınca karısı çocuğunu alıp onu terk etmiş. Bütün aramalara rağmen onları bulamamış. Artık dayanacak gücü kalmamış. İntihar etmeye karar vermiş. Yolda yürürken kendini bir köprünün üzerinde bulmuş. Bu işi orada bitirmeyi düşünmüş. Araçların çaldığı korna sesi ile irkilmiş. Gözleri ile bulunduğu yerden etrafına bakındığında otobanda olduğunu anlamış. Köprünün altından ardı ardına araçlar geçiyormuş. Korkuluklarına tırmanmış. Aynı anda karşı tarafta küçük bir çocuğun kendine baktığını görmüş. Bir ayağı ve bir kolu olmadığını fark etmiş. Bütün bu sıkıntısına rağmen neşe içinde tek başına hem oynuyor hem de zorda olsa yürümeye çalışıyormuş Uzun bir süre onu izlemiş. Kendi çocuğu aklına gelmiş.“Bu çocuk kadar bile olamadım ve kendimi öldürmeye kalktım bana yazıklar olsun” demiş ve bu eylemden o anda vaz geçmiş. Bir süre bu şoku üzerinden atmaya çalışmış. Çocuğun yanına gitmek istemiş ama onu bir daha görememiş. Karısını ve çocuğunu bulma umuduyla tekrar diyar, diyar dolaşıyor onların izini arıyormuş. Artık bıktığını ve aramaktan vaz geçtiğini, tamamen kendini içkiye verdiğini itiraf etti. Onsuz yapamıyorum. Günün on iki saati içiyorum. İçki kokan ağzından sarhoş birkaç cümle daha döküldü. “Yaklaşık on yıl oldu karım ve çocuğumdan ayrıyım. Şu an ne yapıyorlar bilmiyorum. Çalmadık kapı bırakmadım. Eğer hayatta olsalardı muhakkak onları bulabilirdim ama olmadı, bulamadım. Büyük bir ihtimalle artık yaşamıyorlar ya da ben onlara yaklaştıkça onlar benden uzaklaşıyor. Başını ağartıysam kusuruma bakma” dedi ve benden aldığı birkaç kuruşla yeni bir şişe almak için yanımdan ayrıldı. Belki bu hikâyeyi pek çok kişiye anlatmıştır, beklide sadece o gün benim ona yaklaşımımdan etkilendiği için bana derdini anlatma ihtiyacı duydu. Bir şişe şarap almak için uydurduğu bir hikâyede olabilir. Ama ben burada yaşadığı bazı gerçeklerin yattığını zannediyorum. Rol icabı dahi olsa hiç kimse o yaşta birinin gözyaşlarıyla böyle bir hikâyeyi anlatacağını pek düşünemiyorum.

Yukarıda, iyi başlayan evliliklerin nasıl bir sonla bittiğini, başka örneklerle gördük. İşler burada da bitmiyor, esas sorun bundan sonra başlıyor. Ortada kalan çocukların soru işaretleriyle dolu olan yaşam mücadelesi devam ediyor, işte korkunç olanı da bu. Yuvalara bırakılan çocukların yüzlerine baktığımızda neler çektiklerini, neler düşündüklerini, neler hissettiklerini okumak mümkün. Onlar endişe içindedirler. Son günlerde yine Televizyonlarda izlediğimiz çocuk yuvalarında bakılan çocukların ne şartlarda büyütüldüğünü, nasıl hırpalanıp hor davranıldığına şahit olduk. Niğde de yaşanan bir başka olayda ise, üvey annesinden yediği dayaklardan bıkarak polise sığınan sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun feryatları, bu olayları duydukça yüreğimize kan damladı. Bu çocuklar, sevgi ve şefkat beklerken bu tür davranışlar sonunda büyüdükleri zaman çevrelerindeki insanlara ve hatta en yakınlarına iyi davranışlarda bulunacağını mı sanıyoruz! Asla! Onlar da şiddet uygulayacaklardır. Onlarda, bunları yaşatan insanlardan intikam alacaklardır. On sekiz yaşını doldurur doldurmaz yuvaları terk edecek ve hayatta tek başına kalacaklardır. Ellerinden tutacak, onlara anne ve baba sevgisini tattıracak bir sıcak yuvaları olmayacaktır artık. Bazı istisnalar hariç, kız olsun, erkek olsun dışarıda bekleyen tehlikeler onlara çok çabuk ulaşmakta ve içine çekmektedir. Sahipsiz insanları sahiplenmiş gibi görünenler aslında onları bir gün kendi çıkarları için kullanacaklarının farkında değildirler. Bunu söylerken içimin cız ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim. En tehlikeli yaşında iken ortada kalacak korkusuyla uzatılan bir yardım elini bu nedenle geri çevirmeyeceklerdir. Bu yardım eli çoğu zaman onları ya bir gece kulübüne ve arkasından kadın tüccarların veya uyuşturucu mafyasının ya da dünyanın en büyük sorunlarından biri olan terör odaklarının tuzağına düşürmektedir. Evlatlarımızı bu tehlikelerden korumanın tek yolu onlara sahip çıkmaktan geçer. Şu bir gerçektir. Çocuğa en iyi bakan, yetiştiren, kollayan, ona isteklerini veren, şefkatle bağrına basan ve en önemlisi bu gibi tehlikelerden koruyan anne ve babasıdır. Her ne sebeple olursa olsun, yaşanan olaylarda, suçsuz yere yuvalarda yaşamaya terk edilen bu çocuklara sahip çıkmalı onları her tür tehlikelerden korumalıdır. Özellikle, yetkililere ve ilgililere yuvalarda bu tür üzücü olayların tekrar yaşanmaması için gereken ilgiyi göstereceklerine inanıyor ve onlara sesleniyorum. Bunlar hepimizin çocukları. Onlara şefkatle yaklaşalım ve koruyalım. Üvey evlat diyerek onları hor görmeyelim ve daha çok bağrımıza basalım. Çocuk yuvalarında yaşayan çocukların hiç olmazsa birini hafta sonları evimizde misafir edelim onlara kucak açalım. Onların aile ortamında o sıcaklığı hissetmelerini sağlayalım. Gönüllü ailelere bu imkânı sağlayalım.

Erken yapılan evlliklerin sonuçları.

Çoğu yerlerde, özellikle doğu yörelerimizde Türk kadını henüz on sekiz yaşına gelmeden imam nikâhı ile evlenmeye zorlanır. Bazı yörelerimiz de ise bunun benzeri yaşanmaktadır. Evdeki sorunlardan, aile baskısından bıkan ve bundan kurtarmak isteyen on sekiz yaşına girer girmez resmi nikâh la evlenen ve hatta yaşı gelmeden kocaya kaçan kız çocuklar da maalesef çoğunluktadır. Bu tür evlenmelerde kadın, daha çocukluğunu yaşamadan büyük bir sorumluluğun altına girmektedir. Üstelik daha evlenir evlenmez çocuk sahibi olarak daha büyük bir yükün altına girmiştir. Çalışan, maddi durumu iyi olan ve eğitimli insanlar bu sorunu çözmüş veya geçici bir zamana ertelemişlerdir. Çoğunlukta olan kesim ise ev işleri, çocuk bakımı, aile içi sorunlar ve arkasından peş peşe gelen diğer yavrular, ekonomik sorunları da beraberinde getireceğinden eve maddi destek sağlamak için ek bir işte çalışmaya, yetersiz beslenme de buna eklenince kadının çok çabuk yıpranmasına, erkenden sağlığının bozulmasına neden olmaktadır. Kadın yaklaşık kırk yaşına gelmeden iyice yıpranmış ve eşine artık sırtını dönmeye başlamıştır. Mümkün olduğu kadar ondan uzak kalmaya çalışır. Eşler arasında bu ilgisizlik eşini sevdiğini bile, bile erkeğin istemeden bir başkasına bu ihtiyacına cevap verecek kişileri aramasına neden olmaktadır. Kaçamak yapmaktadır. Bu uzun zaman böyle devam eder ve bu gizlilik bir gün su yüzüne çıkar. Bu ani olay kadın üzerinde şok etkisi yapar ve eşinden boşanmak ister. Karısını hala seven erkek ise bu ayrılığı kabul edemez ve aile içi facialar yaşanır.

Yukarıdaki örneği bir başka şekilde yaşayanlar da vardır. Burada ise tam tersi olmuştur. Kadın, sevdiği erkek yerine onunla anlaşarak bir başka erkekle zengin olduğu için evlenir. Adam, kadından daha yaşça büyüktür. Evlendikten sonra kocasına gereken ilgiyi gösterirken onunla birlikte sevgilisi ile de kaçamak yaparak evliliğini devam ettirmek ister. Parasına ve malına sahip olduktan sonra onu başından atmak düşüncesi vardır. Tabii bu tür olaylar hiçbir zaman gizli kalmaz ve beklenmedik bir anda gün ışığına çıkar. İşte o zamanda bir başka aile faciası yaşanır.

Bu konuyla ilgili pek çok kişinin farklı düşünceler içersinde olduğunu biliyorum, belki benim gibi düşünmeyebilirsiniz. Herkesin fikrine, düşüncesine sonsuz saygım vardır. Bilinen bir gerçeği de göz ardı edemeyiz diye düşünüyorum. Olaylar bazen insanların istediği gibi yürümeyebilir. Bunu yapanlar da sonuçlarına katlanmak zorunda kalabilir. Kuranı Kerimde Zina konusu açık bir şekilde izah edilmiştir. Her Müslüman, dinine ve kitabına Allah’a inanıyorsa bunun sorumluluğunu bilmeli ve ona göre hareket etmelidir. Yaksa bunun vebalini hem dünyada hem de Allah’ın huzurunda çekmek zorunda kalabilir.

Evlilik öncesi ve sonrası,

Güzel duygu ve düşünceler içinde, daha anne ve babanın desteğini alan, henüz on sekiz yaşını doldurmuş hatta daha küçük yaşlarda başlayan evliliklerin, kısa zaman içersinde yıkılıp yok olmasının, dağılmasının belli nedenleri vardır. Nedenlerden biri, onlar hamdırlar ve henüz olgunlaşmamışlardır. Nedenlerden bir diğeri, evliliği bir kurtuluş gözü ile görmeleridir. Gözleri açılmamış ilk gördüğü kişiye gönlünü kaptırmıştır. İşte burada zannettikleri sevgi ağır bastığı için arkadaşlık döneminde bazı gerçekler göz ardı edilmiştir. Sigara ve içki kullanmak, küçük kumar oyunları oynamak, kısa etek giymek veya başı örtülü gezmek, başta pek sorun yaratmaz. Gençler, evliliği önce cinsellik ve maddiyat üzerine kurmakta, bu nedenle kişiler kendi aralarında sonradan sorun olacak şeyleri pek önemsememektedirler. Herkes hayalinde yaşattığı beyaz atlı prensini arar. Bunların gerçekleşmesi onlar için çok önemlidir. Arayış içindedir, pek çok arkadaşının bir sevgilisi vardır. Okulundan, çevresinden, iş yerinden, başka bir ülkeden birileri ile tanışarak ilk adım atılır. Televizyon veya sinemalarda görmüş olduğu güzel aşk filmlerinin etkisi ile aynı duyguları yaşama hayalleri kurar. İlk günler her şey çok güzel gider. Bu beraberlik sırasında çiftler, ileride sorun teşkil edebilecek bazı gerçekleri evlilik aşamasına gelinceye kadar, gizlemiş veya çözmemişlerdir. Pembe düşler içindedirler. Günümüzde en çok cinsel uyumsuzluktan, maddi sorunlardan, kayın valide ve gelin anlaşmazlığından, kültür farklılığından, hastalık sonrası, alkol ve uyuşturucu kullanımından, din ve kültür farklılıklardan dolayı anlaşmazlıklar yaşanmakta ve ardından kavgalı bir şekilde boşanmalara kadar uzanmaktadır. Evlendikten bir iki yıl sonra, göz ardı ettikleri, problem olmaz diye düşündükleri şey bir anda boşanmalarına neden olmaktadır. Yukarıda da bahsettiğim gibi alınan alkol, zamanla aşırı dozlara dönüşerek yuvanın yıkılmasına, az da olsa oynanan şans oyunları veya küçük yollu kumar, zamanla her şeyini kaybetmesine, uyuşturucu kullanması, ileride uyuşturucu bağımlısı olmasına, çevresinden ve yakınlarından bir şeyler çalması, küçük hırsızlıklar ileride çok büyük bir ceza almasına neden olabilir. Gerçeklerin dışına çıkarak söylenen yalan sözler, onun evlendikten sonrada her sıkıştığında bu yola sevk edebilir. Sorunsuz başlayan kayınvalide, görümce ilişkileri zamanla çekilmez hale dönüşebilir. Geçim sıkıntısı çekerken kendini varlıklı biriymiş gibi gösterebilir. Şu bir gerçektir ki, yıllar geçtikçe evlilikler ilk gün gibi kalmıyor. İşte burada, eşler arasındaki uyum, iş birliği, sevgi, güven, saygı, hoşgörü, sabır gibi özellikler ön plana çıkarak evliliğin devamını ya da sonunu belirtiyor. Evlendikten sonra göz ardı edilen, önemsiz gibi görünen veya gizlenen olaylar gün ışığına çıkmaya başlayınca işin tadı tuzu kaçıyor ve ardından kıskançlıklar başlıyor. Arkadaşlık döneminde aradığımı buldum diye düşünenler, evlendiklerinde aynı duyguları yaşayamadıkları zaman, hayal kırıklığına uğruyorlar. Bu da güveni sarsıyor. Erkek evin reisidir. Bu söz, erkeklerin ev içersinde tek söz sahibi olduğunun bir ifadesidir. Bu ona güç verir. Kadın daima ondan sonra gelir, hatta çocuğu olan eşler arasında ise kadın üçüncü plana da düşebilir.

Bu duygu ve düşünce, gerçekten bundan yıllar öncesine kadar böyleydi. Cahillik denir ve suç bilgisizliğe yüklenirdi. Bazı yörelerimizde hala böyle devam etmektedir. Bundan elli yıl önce okuma yazma oranı erkeklerde daha fazla, kadınlarımızda daha azdı. Şimdi bu oran sanki dengelendi. Teknolojinin getirdiği kolaylıklar ve evlerimize kadar giren Televizyon yayınları, gazeteler ve ilgili kitaplar okunmaya başlanınca bazı şeylerin değişmesine neden oldu. Köyden şehirlere göç edenler burada farklı bir yaşam buldu. Çocuklar okudu ve bu ortamda büyümeye başladı. Çalışan kadın zamanla ekonomik özgürlüğüne kavuştu. Artık kocasından para beklemiyor, kendi kazanıyordu. Gördükleri ve yaşadıkları ona kendi ailesi ile arasındaki giyiminden tutun, düşüncesine, davranışlarına kadar her şeyi ile karşılaştırma fırsatını buldu. Artık kadın, her şeyi bilir duruma geldi. Kendini savunan, hakkını arayan, hatta ekonomik özgürlüğe sahip oldu. Aileler, çocuklarına sahip çıkmaya başladı. Bütün bunlar yoluna girerken, bazı öz varlıklarımızı da yok ettiğimizi bilinen bir gerçektir. Başta, sabır, hoşgörü, güven, şefkat, anlayış gibi insanların iyilik özelliklerinin yok olduğunu vurgulamak istiyorum. Eşler evlendikten kısa bir zaman sonra, yaşadıkları, gördükleri karşısında, onun hayal ettiği kişi olmadığını anladığı an, art arda yaşanan aile faciaları, şiddetli geçimsizlikler yüzünden endişeye kapılıp daha fazla yıpranmamak için bu mücadeleye devam etmeyerek mahkemeye başvurup hemen boşanmak istemektedirler. 17 Şubat 1924 tarihinde Türk Medeni Kanunu kabul edilince, Kadına boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerine tasarruf hakkı tanındı. Erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı. 4 Nisan 1926 tarihinde Resmi gazetede yayımlanan kanun 4 Ekim 1926 da yürürlüğe girdi. Çünkü artık kadın tek başına ayakta durabilmekte ve kendinde bu gücü bulabilmektedir. Ancak son zamanlarda artan boşanmalar yüzünden ortada kalan çocuklar aileler içinde sorun olmaya başlamış ve toplum içinde üzücü olayların yaşanmasına neden olmuşlardır. (Bunlar sırası geldikçe örnekler verilerek açıklanacaktır.)

16 Mart 2007 Cuma

ZAMAN,

Cömertçe harcadığımız ama kıymetini bilmediğimiz,
Bir dakikasının bile ne kadar değerli olduğunu anlayamadığımız,

İşimize geldiğinde savurganlık yaparak bol keseden harcadığımız,
Bazen de insanların en değerli şeyini çalarak hırsızlık yaptığımız,

Ömrümüzün yarısı ile yan gelip yattığımız
Para ile asla satın alamayacağımız,

Sakla samanı gelir zamanı denmesine rağmen saklayamadığımız,
Bazen kötü bir kader nedeniyle ömürden çalınıp yıllarımızı hapsettiğimiz,

Gece ve gündüz demeyip durmadan yarıştığımız,
Hastalanıp, ölümlerden döndükten sonra kıymetini bilemediğimiz,

Yıllar sonra tekrar o günlere geri dönsek diyerek ah ettiğimiz,
Pişmanlık duyduğumuz şeyleri bir daha asla yapmak istemediğimiz,

Göz açıp su gibi akan ve nasıl geçtiğini bir türlü anlayamadığımız,
Azrail kapımızı çaldığında artık bu dünyada yaşamadığımız,

Dakikamız, saatimiz, aylarımız, yıllarımız, bizim zamanımız,
Ömrümüz boyunca bol keseden harcadığımız bizim en büyük kaybımız,

Yazan. Metin AKSAÇ

4 Mart 2007 Pazar

Biz ölmüşüz haberimiz yok,

Ne bir mermi değdi tenime,
Ne bir bıçak ucu girdi derime,
Nede bir ilacın etkisi mideme,
Biz ölmüşüz haberimiz yok.

Çalıştık yılarca bir somun ekmek için,
Çabaladık durduk sadece bu vatan için,
Geleceğimiz olan çocuklarımız için,
Biz ölmüşüz haberimiz yok.

Bunu geçte olsa anladım,
Bir haram lokma bile almadım,
Verilen her söze de kanmadım,
Biz ölmüşüz haberimiz yok.

Zevk ve sefa içinde yüzmedik,
Borç batağına girmedik,
Hiç kimseyi üzmedik,
Biz ölmüşüz haberimiz yok.

Geldik dünyaya bir kere,
Süründürdüler yerden yere,
Hayatımız karardı birden bire,
Biz ölmüşüz haberimiz yok.

Bizi bu duruma getirenler utansın,
Bu dünya malı onlara kalsın,
Bir gün başına geldiğinde anlarsın,
Biz ölmüşüz haberimiz yok.

Yazan. Metin AKSAÇ