22 Şubat 2007 Perşembe

Hata nerede acaba?

Evliliği, hep iyi yönleri ile düşünüyoruz. Şimdiki gençler, arkadaşlık dönemlerinde anne ve babalarından aldıkları destekle her türlü mutluluğu yaşıyorlar, geziyorlar, eğleniyorlar, yaşam onlar için vardır sanılır. Hiç bir zorlukla, karşılaşmak istemezler. Hiçbir engel tanımazlar. Ufak bir sorunla karşılaşsalar hemen tepki gösteriyor hatta kısa zamanda geçinemiyoruz diyerek hemen boşanmaya karar veriyorlar. Bizlerde bu dönemleri yaşadık. Bazı günler sevgilimizle buluşabilmek, her türlü tehlikelere göğüs gerip bir dakika bile olsa beraber olabilmek için türlü entrikalar çevirirdik. İstemeden bile olsa söylediğimiz tatlı yalanların, çevirdiğimiz dolapların haddi hesabı yoktur. Gün gelir dayak yerdik, gün gelir parasız da kalırdık ama yılmazdık her şeye göğüs gererdik. Sevdiğimizden haber alamadığımız günler, sıkılır, üzülür, sesini duymak, bir saniye bile olsa onu görmek isterdik. Kendimizi ona beğendirmek için aynanın önünden saatlerce ayrılmaz, hangi elbiseyi giysem diye dolabı didik, didik tarardık. Çoğu kez annemize fırsat kalmadan giysilerimizi kendimizi ütülerdik. Her okul çıkışı veya her iş dönüşü, sevdiğimizi, kapısının önünde görmek için kan ter içinde koşar dururduk. Bunları dün gibi hatırlıyorum. Pek çoğumuz bu duyguları yaşadı. Bunları okurken kendi düşlerini, yaşadıklarını tekrar hayallerinde canlandırdıklarını düşünüyorum. Çoğumuz, sevdiğimizle birlikte evlilik hayaller kurmuş, evlerimizi dahi döşediğimiz günler olmuştur düşüncelerimizde. Burası yatak odamız olsun, burası çocuk odası, şu yan tarafta oturma odası. Balkonumuz yeşil tepelere, boğaza baksın. Oradan geçen gemilere el sallarız. Bahçemize birde köpek alırız. Arabamız, yatımız, yazlığımız. Bunlar hep iyi, güzel hayaller, ya madalyonun diğer yüzüne ne demeli. Hayat, yaşam hep böyle mi olacak? Kendi aile yaşamımızda bu canlı örnekleri gördüğümüzü ne çabuk unutuyoruz. Anne ve babamızın evlendikten sonra karşılaştıkları zorlukları, engelleri nasıl aşmaya çalıştıklarını ne çabuk unutuyoruz. Bu duygular, bu düşünceler, bu heyecan nerede? Daha öncede belirttiğim gibi nikâh memuru bu mutlu düşünceler içinde masaya oturan ve evlenmeye karar veren çiftlere, iyi günlerde ve kötü günlerde, hastalıkta ve sağlıkta bir ömür boyu birlikte olmaya ne dersiniz dediğinde her iki çiftte tüm ziyaretçilerin önünde "EVEEEEEEET" diye haykırdığını biliyoruz. Ufak bir engelle karşılaşıldığı zaman hemen pes ediyor, bütün hayalleri oraya gömüyoruz. Bu sözler nerde kaldı? Aklıma şu soru geliyor. Acaba biz büyükler yanlış mı yapıyoruz? Galiba öyle. Beklide hep verdiğimiz için, alın teri ile kazanılmayan şeylerin değeri pek bilinmiyor. Hazıra konan çocuklarımız aynı zamanda doyumsuzluğa da alışıyor. Genelde, anne baba çocuklarını on sekiz yaşına kadar bakar büyütür ihtiyaçlarını temin eder. Biz ise evlendirdikten sonra dahi onlara aynı alışkanlıkla maddi ve manevi desteklerimizi sürdürüyoruz. Bu sınırı aştığımız zaman kendimize, eşimize, yakınlarımıza zarar verdiğimiz gibi farkında olmadan onlara da zarar mı veriyoruz? Buna dikkat etmeliyiz. Sorun burada da olabilir.

17 Şubat 2007 Cumartesi

Zina nedir ?

Eşler arasında meydana gelen boşanmaların bir diğer önemli nedeni ise evlilik dışı ilişkilerdir. Bu genellikle cinsel yetersizlikten, eşlerin bir birlerine yeteri kadar zaman ayıramamalarından, ya evin erkeği işine daha fazla zaman ayırmıştır ya da evin hanımı kocası ile yeteri kadar ilgilenmemiştir. Kadının ve erkeğin yuva kurarken paylaştıkları sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar ancak birlikte çözülür. Yük, tek bir kişinin üzerine bindiğinde bir taraf görevini yeteri kadar yapamaz. Zamanla bu sorun, yukarıda anlatmaya çalıştığım birlikteliği bozmaya başlar. Kadın evde kendini hizmetçi gibi görür veya erkek kendini kullanılmış hisseder. Etrafta kadın olsun erkek olsun eşleri kandırmak isteyen, bu şekilde geçimlerini sağlayan kötü niyetli insanların olduğunu ve onların bu tür davranışları ile aile ocağını yok ettiği bilinen bir gerçektir. Bu yüzden bir anlık zevk veya intikam için ömür boyu sürdürmeye yemin edilen evliliklerin yok edildiğini aklımızdan çıkartmamalıyız. Hanımlar! Uzun zamandır birlikte olduğunuz eşlerinizin neler hissettiğini, nelerden hoşlandığını, ne gibi davranışların onları mutlu ettiğini veya üzdüğünü çok iyi gözlediğiniz takdirde kocalarınızın bir başkasına ilgi duyması söz konusu dahi olmayacağı gibi erkekler de eşleri için aynı hassasiyeti göstererek onları, hizmetçi gibi değil, ömürlerinin sonuna kadar aynı yastığa baş koyacak bir eş, çocuklarının anası olarak görmelidirler. Eğer bütün bunların tersi yapılır, inatlaşır kendinizden uzaklaştırırsanız bir de bakmışsınız ki aranıza kara kedi girmiş bunu siz bile anlayamazsınız. Bu fırsat verildiği zaman, geriye dönüşü de olmaz, bu yuva, sıkıntılar içersinde artık kopacağı anı bekler. İş işten geçmiş siz ikinci plandan üçüncü, dördüncü plana düşmüşsünüz. Bütün bunların olmasını istemiyorsanız, aklınızı, kadınlığınızı, dişiliğinizi çok iyi kullanırsanız bu sorunları aşabilir, üstesinden gelebilirsiniz. Bu sizin elinizde, dışarıda aç kurtlar pusuda bekliyor. Kuş yuvadan uçtuğu zaman tekrar yuvaya dönmesi çok zor olur ve aynı mutluluğu tekrar yakalamak mümkün olmayabilir. Karı, koca arasındaki sorunları çözmek için en iyi yöntem cinselliği iyi kullanmaktır. İyi ilişkiler hep böyle başlar. Evlilik fedakârlıktır. Ömür boyu sürecek bu yaşantı da, güzel günlerde olacak, üzüntülü, hastalıklı günlerde. Nikâh memuru her çifti evlendirirken “ Hastalıkta ve sağlıkta, varlıkta ve yokluk ta bir ömür boyu bir birinize destek olacağınıza Mehmet oğlu Ali’yi eş olarak kabul ediyor musun” der, aynı şekilde erkek için de tekrar edilir. Bütün bu sözler burada kalır. Unutulur. Oysa insan bir birlerine şimdi daha çok sahip çıkmalıdır. Verilen söz yerine getirmelidir. Bu söz aynı zamanda Allah’ın huzurunda da verilmiştir. Bu nedenle dini nikâh ta kıyılır. Bunu niçin yaparız? Bir de bu yönden ele alalım. Hıristiyanlar kilisede papaz karşısında, Müslümanlar ise bir resmi nikâhın ardından, bir din adamının karşısında dini nikâhı Allah (c,c) huzurunda da kıyar. Söz verilir. Dini inancı olan herkes evlilik dışı ilişkilerin günah olduğunu yine Kuranı kerim bize açıklamıştır ve bunun adına zina denmiştir. Bütün din kitaplarında da bu vurgulanmıştır. Vebali çok ağırdır. Kuranı Kerimde Furkân suresi 68 ve 69 ayetlerinde “ Ve onlar Allah’tan başka tanrılara tapmazlar, Allah’ın haram kıldığı nefsi, haksız yere öldürmezler, zina yapmazlar, her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarpılır. Kıyamet günü de onun azabı arttırılır ve o azapta ebediyen hor ve hakir olarak kalır” der. Yine Nur suresi 3 ve 4 ayetinde de “ Zina eden bir erkek, zina eden bir kadından veya müşrik bir kadından başkasını nikâhlayamaz! Zina eden kadında, zina eden erkek veya müşrik bir erkekten başkası ile evlenemez! Müminlere ise bu haram kılındı. Namuslu kadınlara zinâ isnad edip de, dört şahit getirmeyen kimselerinde şahitliklerini asla kabul etmeyin! Bunlar Faslıkların ta kendisidir.” Der. O halde evliliğe ilk adımı atan ve ömür boyu bu beraberliği sürdürmeye karar verenler bu yemini ettikten sonra bu tür ilişkilere girmemelidir. Yaşanan kötü olaylar ailelere zarar verdiği gibi çocukları da perişan eder. Onların eli, ayağı olan anne ve baba sevgisinden yoksun büyüyen çocukların nasıl bir bunalıma sürüklendiğini düşünerek bu yanlışlığı yapmamalıdır. Onların suçu ve günahı nedir? Aksi takdirde bu çocuklar, bir gün anne ve babasından bunun intikamını alacak, hatta çevrelerine de zarar vereceklerdir. “Sonradan pişmanlık fayda vermez”der, büyüklerimiz. İşte, bu aşamadan sonra geriye dönüş zor olur. Evliliğe adım atmadan önce çok iyi düşünmelidir. Yaşantımız inişli çıkışlıdır. Herkes, kendi ailesindeki hayat şeklini düşünerek, neler yaşadıklarını önündeki canlı örneklerle değerlendirip kendi yaşamına güzel sayfalar açabilir veya tam tersi bunları kaldıramayacağını düşünerek evliliğe hazır olmadığını görebilir. Bütün bunlara bir de şans faktörünü eklemek gerekir. Bazı insanlar bu konuda gerçekten çok şanslıdır. Tam istedikleri gibi bir eş bularak evlenir ve bunu iyi değerlendirerek evliliklerini ömür boyu sürdürür. İyi kurulmuş bu yuvada bile sorunlar yaşanmıştır ama bunu el birliği ile aşmasını bilmişlerdir. Şartlar ne olursa olsun gerçekten bir birilerini sevenler bu fedakârlığı yaparak, mücadele ederek yuvasını kurtarır.

Sağlık ve eğitim ne durumda.

* Sağlıklı bir toplum yetiştirmeliyiz ve bunum tedbirlerini en kısa zamanda almalıyız. Son yıllarda ülkemizde ve hastanelerde yaşanan sağlık konusu ile ilgili olaylara bakıldığında daha yeni doğmuş bebeklerin ve ilkokul çağındaki pek çok çocuğun sağlık sorunlarıyla uğraştığını, aileleri perişan ettiğini, sağlıksız yeni bir neslin yaşam mücadelesi verdiğini göstermektedir. Bu da bize geriden gelen yeni neslin ileride maddi ve manevi çok daha büyük sorunları da beraberinde getireceğini göstermektedir. Sağlıksız toplumlardan verim alınamaz. Oysa yarınımızı emanet edeceğimiz çocuklarımızın daha sağlıklı ve gelecekleri aydınlık olmalıdır. Beslenmesinden, eğitimine, giyiminden, iş hayatına kadar bu çocukların ilgiye ihtiyacı vardır. Onlar bizlerin umutları ve yarınlarıdır. Önlerini iyi görmelidirler. Bunu sağlamak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Yoksa daha kötü günler yaşanabilir ve ülkemiz ekonomik yönden daha büyük kayıplara düşebilir. Sağlık kadar önemeli olan ikinci konu ise onların eğitimleri ve iş garantileridir Her yıl Üniversiteye milyonlarca öğrenci sınava hazırlanır ve girer. Bunlardan sadece Dört yüz veya Beş yüz bini emeline kavuşur. Hatta bunun yarısından fazlası da zorunlu olarak istemediği bir bölümde okur. Çoğu okuldan mezun olduktan sonra iş bulamaz. Bu aşamaya kadar aile, varını yoğunu onun için harcar. Hele birden fazla çocuk sahibi ise? Üniversiteye girmek için dershanelere harcanan paraların ailelere çok büyük yük getirdiği de bilinen bir gerçektir. Bu usulsüzlüklerin en kısa zamanda düzeltilmesi gerekmektedir. Dershaneler yerine, Okullarda eğitim kalitesi arttırılmalı, çocukların mesleklerini daha orta öğrenimde belirleyerek yüksek eğitimlerini bu yöne kaydırarak iş bulma kolaylığı sağlanmalı ve özendirilmelidir. Bu terdirler alınmadığı takdirde yakın zamanda fabrikalarda iş yapacak kalifiye eleman bulanamayacak.

Kadının üstünlük kazanması.

Olaylar neden patlak veriyor bu konu üzerinde biraz düşünelim ve yaşadıklarımızı gün ışığına çıkartalım. Birinci konu, artık kadınlarımız, Televizyon yayınlarından, tüm yörelere kadar ulaşan gazete, mecmua ve radyo aracılığı ile her konuda bilinçlendi tecrübe sahibi oldu. Köylerinden çıkarak şehirleri görmeye, göç ederek buralara yerleşmeye ve buralarda çalışarak kendi kazancını sağlayıp ekonomik özgürlüğe kavuştu. Okul görüp her türlü bilgiyi okumaya sonra kendini savunmayı öğrendi. Eve, ekonomik destekte de sağlamaya başlayınca işler yavaş, yavaş tersine dönerek, aile içinde söz sahibi olan erkekle, kadın arasındaki denge yavaş, yavaş bozulmaya başladı. Kadın, aynı zamanda erkeklerle aynı ortamda çalışarak, mücadele ederek, kendilerini dişilikleri dışında onlar gibi görmeye, hissetmeye ekonomik destekleri nedeniyle de yuvasına vermiş olduğu bu güçle evin reisi konumundaki erkeği ile kendini denk görerek onunla mücadele etme hakkını kendinde gördü. Hatta ömür boyu, aynı yastığa baş koymaya söz verdiği eşi ile çevresinde tanıdığı başka kişilerle arasında eşinin iyi ve kötü yönlerini görerek mukayese yapma imkânı buldu. Kendi ailesinden de destek alan kadın evinde bir anda eşiyle kendini aynı kefeye koymaya başladı. Hayat ve yaşam şartları artık müşterek dendi. Bu yüzden evde eşler bir birlerine yardımcı olmak zorunda bırakıldı. Böylece erkek ile kadın iş bölümü yaparak, gün geldi kadın erkeğinin işini, gün geldi erkek kadının işini üstlendi. “Yakında, erkeklerinde doğum yapması gerçekleşirse durum iyice karma karışık olacak dengeler tamamıyla değişmiş olacak.” Bu söz bir şaka gibi olsa da bir tarafta, ev işine alışık olmayan erkek kısa süren bu iş bölümünden yavaş, yavaş kopmak isteyince, tek başına yükü kaldıramayan kadın, eşi ile tartışarak sorunu çözme yoluna gider, çünkü artık kendinde o gücü görmektedir. Tek fark fiziksel güçtedir. Bu sorun gittikçe büyüyerek günün birinde rahatsız edici boyutlara ulaşır. Biri diğerine teslim olmuştur, kadın evin üstünlüğünü eline geçirmiş ve her şeyi o idare eder görünümü almış, erkek ise ikinci plana itmiştir. Bunu hazmedemeyen erkek eşine karşı şiddet uygulayarak yeniden kendini ön plana geçirmeye çalışır. Maddi durumları iyi olan ve iyi kazanlar buna çözüm bulmuşlardır ama çoğunlukta olan kesim ise yakınlarından destek da bulamayan eşler artık birbirlerini üzmeye başlamışlardır. Aslında bir birlerini severler ancak bir çatı altında iki baş bir birlerine söz geçiremedikleri için çıkmaza sürüklenirler. Fındıkkabuğunu dahi dolduramayacak küçücük bir olay çiftlerin boşanmalarına kadar götürmektedir. Bazen de çocukların hatırına kendilerine yani bir şans vererek bu evliliği devam ettirirler.

15 Şubat 2007 Perşembe

Evlilik öncesi

*Gözümüzden kaçan ve önemli olduğunu zannettiğim bir konu da, evlilik aşamasına gelen çiftlerin, yangından mal kaçırırcasına evlenmek istemeleri ve ardından yaşanan üzücü olaylar ve boşanmalar. Yetkililerin nikâh dairesinde çiftleri evlendirerek ellerine vermiş olduğu evlenme cüzdanı ile tüm işleri hallettiğimiz zannederiz, ama aslında ilk hata buradan başlamaktadır. Çiftler evlenmeye, yuva kurmaya karar vermiş olabilir ama onların buna hazır olup olmadığı bilinmemektedir. Aile içi eğitimleri, çocuk bakımı, eş ve iş ile ilgili durumları, ev tecrübelerinin ne kadar olduğu, çocukların psikolojik durumlarının buna ne kadar hazır olduğu bilinmeden böyle bir sorumluluk altına sokulması yatmaktadır. En sağlıklı olanı, bu evlilik cüzdanını almadan önce çiftlerin en az iki, üç ay haftada iki gün aile içi sorunlarında tutun, çocuk eğitimi ve bakımına, sağlık sorunlarında tutun, karı koca ilişkilerine kadar tüm sorunların tartışılacağı ve psikologlar tarafından, eğitilerek bilgi verildikten sonra alınacak evlilik sertifikası ile nikâh memurunun karşısına oturtulmalıdır. Bu mecbur kılınmalıdır. Verilecek iki veya üç aylık eğitimde yapılan anket sorgulamasında evlenmeye karar vermiş olan çiftlerin ileride kendilerine sorun olacak şeylerin tartışılması, bütün sorunlarının açığa çıkarılması ve bu konuda alacakları eğitimlerle bunu düzeltme yoluna götürülmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Kadın ve erkek buradan almış olduğu eğitimle kendilerini daha güvenli hissedeceklerdir. Belki anneleri ve babaları onları yetiştirirken yanlış yaptılar ise aynı hatayı bir başkası çocuklarına yapmasın ve onlarda kendi çocuklarına. Bu hata işin tam başında engellenmelidir. O da bu eğitimden geçer diye düşünüyorum.

14 Şubat 2007 Çarşamba

İntihar



Önsöz

Ülkemizde ve dünyada meydana gelen pek çok kişisel, toplumsal intihar olaylarını güncel basından okuyor, televizyon kanallarında görüyoruz. Böyle önemli bir konuyu seçmekteki amacım, kamuoyu oluşturup gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. Yıllarca emek vererek yetiştirdiğimiz canımızdan da kıymetli olan çocuklarımızın, yakınlarımızın çok basit nedenlerle olayların etkisinde kalarak, dikkat çekmek veya bir amaç uğruna hayatlarına son vermek istemeleri, bu düşüncede olanları bir nebzede olsa önlemek, onları bu düşünceden vazgeçirmek ve ailelere bu tür olayları yaşamamaları için uyarıda bulunmaktır. Burada, benim yaptığım araştırmalar sadece güncel olayları takip ederek birbirine benzer olayların içinden en dikkat çekici olanlarından bir kaçını örnek alarak kitap içersinde toplamaktan ibarettir. Meydana gelmiş son derece üzücü olan bu olayları birlikte paylaşmaktır. Annelere, babalara ve onlara zarar gelmesin diye üzerinde titredikleri, yetiştirdikleri evlatlarına, iş hayatında başarısız olmuş, çözümü burada arayan ve bu düşüncede olan yetişkinlere birer mesaj niteliğindedir. Düşüncelerimi, bu duyguları yaşamış diğer anne ve babalarla paylaşmaktır. Yazımın ana konusunu teşkil eden kişisel ve toplumsal intihar olayları, kişiler, olay mahalli ve isimler güncel basında gündeme gelenlerden olup yanlış anlaşılmaya mahal vermesin, eski yaralar yeniden üzüntüye dönüşmesin diye değiştirilerek birkaç benzer başka olayları da içine alarak birer hikâye ve öyküye dönüştürülmüştür. Her olay gerçek birer senaryo gibidir.

Yüce Allah (c,c) dünyayı bir bütün olarak içinde tüm canlılarıyla birlikte ihtiyaçlarını karşılayabilsinler, hiçbir sıkıntı, eksiklik çekmesinler, her türlü imkânlardan yararlanılsın diye fazlasını vererek yaratmıştır. Bunun için başta biz insanların diğer canlılardan farklı olan tarafı düşünce, akıl, duygu, beceri gibi daha sayabileceğimiz pek çok yeteneğe sahip olmasıdır ve sadece insanoğluna verilmiş bir özelliktir. Her canlının, birbirleriyle olan iletişimi farklıdır. Her şeyi ile mükemmel yaratılmış olan insanoğlunun bu kadar muazzam bir yapıya sahip olması karşısında, çaresizliğe düştüğü, artık mücadele edecek gücü kalmadığı, kendini yorgun, bitkin, ümitsiz, karamsar, kendine olan saygı ve güvenini kaybettiği, çevresine faydasının olmadığını, hayatın anlamsız geldiğini hissettiği veya bunalım sonucu, pek çok nedenleri de içine alan olaylar karşısında tek kurtuluşun bu olacağına inandığı an aklına ilk gelen şey canına kıymak, yani intihar etmeyi düşünmesi konumuzun ve yazımızın özünü oluşturmaktadır.

Bu düşüncede olanlara sesleniyorum..!

(Hem anne ve baba, hem de çocukların gözüyle bakılacak olursa).
Zihnimizi bir zorlayalım bakalım. Bu, herkes için geçerlidir. Milyarlarca sperm, yumurta ile birleşmek için harekete geçtiği an içlerinden bir teki bu şansa sahip oluyor ve bu birleşmeyi gerçekleştiriyor. Bunun çok kısa bir süre içersinde olması ve yumurta ile birleşmesi milyarlarcasından sadece birine nasip oluyor. O da sizsiniz. Sizinle aynı anda ipi göğüslemeye çalışan diğer kardeşiniz ise bu mücadelede yenik düşerek daha doğamadan hayata veda ediyor. Bu şansı daha iyi kullanmak gerekirken niçin zora sokup kendimizi ateşe atıyoruz, hem bu dünyada hem de öldükten sonraki sonsuz yaşamda. İki ayrı cins insanın bir araya gelerek birleşmeleri sonucu dünyaya getirdikleri yavruların, o kadar göründüğü gibi kolay büyütülmediğini vurgulamak istiyorum. Biz büyükler önemli bir karar vererek çocuk sahibi olmayı istemekle, ana rahminde şekillenip dokuz ay on gün sonra olgunlaşarak dünyaya merhaba diyerek getirdiğimiz çocuklarımızın sorumluluğunu almış oluyoruz.

Küçükken pek sevimlidirler çocuklar, her şeyi bizden öğrenir oyun gibi gelir insana ama iş burada bitmez. Esas, bundan sonraki hayat önem kazanır. Diğer yandan, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan anne ve babanın çocuklarını büyütmek için yaptığı çabalar sonucu ömürlerinden harcadıkları yılları. Onun sağlığı, eğitimi, hayallerini gerçekleştirmek için verilen emekleri, maddi ve manevi desteler. Bir düşünelim bakalım. Çok basit gibi geliyor ama öyle değil. Bunu ancak anne ve baba olunduğu zaman anlaşıldığı büyüklerimiz tarafından söylenirdi. Gerçektende öyleymiş. Şimdi hak veriyorum. Sizlerde bir gün büyüyecek bu farkı görecek ve keşke bunları yapmasaydım diyeceksiniz. Bende, bir zamanlar önce sizin gibi çocukluk yaşadım. O zamanki bakış açım ile şimdiki bakış açım arasında ifade edilemeyecek büyüklükte farklılıklar var. Bunu görebilmek için, insanın önce büyüklükten küçüklüğe doğru gelmesi gerekiyor ama bu mümkün olamayacağına göre, küçükler, büyüklerin iyi yönlerini görerek örnek alıp ona göre yaşantılarına güzel sayfalar açmaları, büyüklerinde çocukluk yıllarında karşılaştıkları problemleri düşünüp kendi çocuklarının da aynı sorunları yaşamamaları için gayret göstermeleri ve onlara örnek olacak iyi davranışlarda bulunmakla çözüme ulaşılacaktır. Konumuzun özü olan intihar gibi üzücü olaylarla karşılaşmamak için, biz anne, babalara çok büyük işler düşmektedir. Daha önce çocukluğunu geçirdiğimiz, geçmişteki yaşantımızdan örnekleri alarak, yaşadığımız bu yüzyılın olanakları ile karşılaştırıp çözümler üreterek, geleceği emanet etmek için yetiştirdiğimiz evlatlarımıza uygulamaktır. Bu da, davranış, düşünce, fırsat ve en önemli olanı da güven duymaktan, doğruyu, yanlışı ve dinimizi çok iyi öğretmekten geçer. Yaşadıklarımızı ve yaşatmaya çalıştıklarımızı gerçek boyutları ile karşılaştırmak istersek aradaki uçurumları rahatlıkla görebiliriz. İşte, göremediğimiz veya görmek istemediğimiz bu fark, yeni nesillerle aramızdaki bağı kopartmaya yettiği gibi hiç aklımıza gelmeyen ama gerçekten sonu hüsranla biten birbirlerinden farklı intihar olayları ile karşılaşmış oluyoruz. Olaylar kendiliğinden oluşmamaktadır. Bunu şöyle açabiliriz.

İntiharı, değişik ifadelerle tanımlayabiliriz. Olayların şekli, yapısı, boyutları, psikolojik ve ekonomik durumu, baskı nedeniyle, sosyal ve fiziksel açıdan ele alındığında, sonuç olarak bir bireyin doğrudan veya detaylı olarak kendi yaşamına isteyerek hemen son vermesi şeklinde ifade edebiliriz. Etkenler, yukarıda belirtilen ana şartlarda yatmaktadır. Dünyada, uygarlık artmaya başladıktan sonra, intihar olaylarında da artışlar olmuştur. Bunlar, değişik yöntemlerle yapılmaktadır. Yapılan araştırmalarda intihar eylemlerinin yöntem biçimi, bazı soruların açığa çıkması açısından önemli olduğunu göstermiştir. Her intihar yöntemi ölümle sonuçlanmayabilir. Bugüne kadar basında yazılan ve TV kanallarında gösterilen bu tür intihar olayların her birinin kendine göre ayrı birer sebebi vardır. Sonu hep hüsran olmuştur. Hiç kimse, çocuklarının veya yakınlarının intihar edeceğini akılarından geçiremez. Anneler, babalar ve onların yakınları, bu üzücü olay sonrası perişan bir halde, “keşke haberimiz olsa idi, keşke bize söylese idi, çözüm bulur böyle olmazdı”, diye yakınırlar. Ama iş işten geçmiştir. Nasıl başladı, buralara kadar nasıl gelindi anlaşılamamış gibi görünse de, herkes tarafından bilindiği halde hiç kimse bu sorumluluğu almak istemez ama geriye dönüşü yoktur. Olaylar öyle gelişmiştir ki, bazı kötü şeylerin olacağı sinyali verilmiştir. Kimse taviz vermeye yanaşmaz, çözüm aramaz. Çatırtı sesleri gelmeye başlamış ve bir bomba gibi patlamak üzeridir. Olanlar olmuş, son noktaya gelinmiştir. Kendisi ile ilgilenen olmamış hatta etraftan son tepkileri almak için çok sevdiği bir arkadaşına yapacaklarını anlatmış olmasına rağmen ilgisiz kalınmış ve yalnızlığa itilmiştir. Artık karar verilmiş ve bunun vebali ağır olacaktır. Herkes sırtını dönmüş sanki ne yapacağını bekler durumdadır. Acı içinde kıvrandığını belli etmesine rağmen, yalnız bırakılmış, çaresizlik içinde hisseder kendini. Mücadele edecek gücü kalmamıştır. Ona göre çözüm için her yolu denemiş, sesini duyuramamıştır. Büyükler sözlerini geçirmek için tavize yanaşmaz, inatlaşır ve kötü bir şey yapacağını aklından hiç geçirmez. Çocuk, sevilmediğini, bu evde istenmediği hissine kapılır. Gururu incinmiştir ve intikam almak ister. Yolun sonuna gelinmiştir. İki çıkış yolu vardır. Birinci yol aile ocağını terk etmek yani kaçıp kurtulmak. İkinci yol ise intihar. Bu iki seçenekden biri, onun için kurtuluş olacaktır diye düşünür. Oysa her iki yolda çılgınlıktır, sonu hüsrandır. Pek çoğumuz gerek çocukluğumuzda gerekse evli olduğumuz dönemlerde, hatta iş hayatımızda karşılaştığımız sorunları çözemediğimiz zaman, ya evi terk etmek ya da çok ağır bir sorumsuzluk yaşadıysak intiharı düşünerek bu durumdan kurtulmayı aklımızdan geçirmişizdir. Bazılarımız bunu denemiş başarmışlar ve şu an aramızda değiller. Denemeye çalışmış ama başarılı olamayıp, ilk fırsatta tekrar denemek için ortam bekleyenler ile bunu denemiş olmasına rağmen pişmanlık duyarak, “iyi ki başaramamışım” diye sevinenler var. Belki bu onun için bir dönüm noktasıdır ve hayata, yaşamaya, işine, evine velhasıl her şeye sımsıkı sarılmak için bir vesile olmuştur. Hiçbir şekilde hiçbirimizin bu yollara başvurarak hayatına son vermeye anne, babayı üzmeye hakkı yoktur. Her işin bir çözümü vardır. Bu duruma gelmeden engelleri aşmak gerekir. Bir atasözü vardır (Yazımın sonunda, konumuzla ilgili pek çok atasözünün kısaca açıklamaları bulunacaktır.) “Derdini anlatmayana derman bulunmaz” Bizi dünyaya getiren annemiz, babamız ama bu canı veren yüce ALLAH (c,c) dır. Vakti, saati geldiğinde bu canı alacak olan da odur. Dünyaya sınava geldiğimiz, bu sınavı başarıyla geçebilmek için her şeye göğüs germek mücadele etmek, dünyanın gelip geçici olduğunu, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini, öldükten sonra ebedi olan ahirete ulaşılacağını bilmektir. Bugüne kadar meydana gelmiş, ölümle sonuçlanmış intihar olaylarına karışmış kişilerin akıbeti nedir diyecek olursanız onu sadece yüce ALLAH (c,c) bilir ve yapılıcak tek şey dua etmektir. Bu konu hakkında dinimiz ne diyor, kuranı kerimdeki yeri, psikolojik ve hukuksal açıdan bakıldığında getireceği sonuçları yazımın içinde bulunacaktır.

İki binli yılları geçtiğimiz şu günlerde bu sorunlar gittikçe artmaya başlamış ve bu yüzden on ila on beş yaş arasında bunalıma girip intihar eden veya başaramayıp sakat kalan küçük ama gittikçe artan oranda mağdur olan yaş gurubu ile başlayıp, aile baskısı, okul ve derslerdeki başarısızlık, sosyal durum, aile kavgaları, aşk ve kıskançlık nedeniyle intihara teşebbüs oranı on beş ile yirmi beş yaş arası gençlerde daha da yükselip, Ekonomik sorunlar nedeniyle geçim sıkıntısı çeken, baskı altına kalarak kurtuluşu burada bulacağını sanan, hastalık nedeni ile acı içinde kıvranan, dayanacak gücü kalmayıp bu yola başvuran, türlü yolsuzluk olaylarına karışıp foyası ortaya çıkan, birbirlerini sevdikleri halde birleşme umudu bulamayıp birlikte bu sonsuz yolculuğa çıkmak isteyen, ailesine bakmak için iş arayıp bulamayan, evine bir parça ekmek dahi götüremeyen, okumak isteyen çocuklarını okutamayıp onun ezikliğini yaşayan, her şeye sahip olmuş ancak ana, baba sevgisinden yoksun olan, işinde başarısız olmuş borç batağına saplanan, koca dayağından bıkan, uyuşturucu ve alkol müptelası olan, kumar yüzünden hayatı sönen, namusu uğruna tüm ailesini öldürdükten sonra son kurşunu kendine sıkan, yalnızlık, ruhsal bozukluk gibi daha sayacağımız pek çok nedenleri içine alan yirmi beş yaş ve üzerindeki insanlarımızda intihar olaylarında en yüksek orana ulaşmaktadır. Bu aşamada olan gurup kendine zarar verdiği gibi etrafına da zarar vermektedir. Başkalarının da ölümüne neden olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütünün yapmış olduğu araştırmada, tüm dünyada bir yıl içinde yaklaşık bir milyon kişinin intihar sonucu kendi yaşamına son verdiğini, bu da, her kırk saniyede bir kişinin intihar ederek öldüğünü, üç saniyede bir kişinin de intihar girişiminde bulunduğunu tespit etmiştir.

A- Gazete manşetlerinde, televizyon kanallarında bizleri üzen yukarıda saydığım nedenlerle intihar girişiminde bulunmuş, topluma büyük acılar çektirip, sadece kendi canına kıymakla yetinmeyip başkalarının da ölümüne sebep olan intihar olayları vardır. Amaç, ne olursa olsun, dinimiz buna asla müsaade etmez. Hiçbir ilgisi bulunmayan çoluk, çocuk, genç, yaşlı pek çok suçsuz insanın, hangi dinden, mezhepten olursa olsun ölmesi bunu yapanı çok büyük bir vebal altına sokmaktadır. Kendi hayatına bu şekilde son vermekle kalmayıp ailesini de perişan etmekte, toplum içinde kimsenin yüzüne bakamayacak kadar kötü duruma düşmelerine neden olmaktadır. Kuran-ı Kerimde Nisa suresi 29 ve 30 ayetlerinde “ Ey insanlar! Mallarınızı aranızda haksız ve gayr-ı meşru bahanelerle yemeyin! Kendi hoşnutluğunuzla gerçekleşmiş bir ticaret olursa başka. Kendi canınıza kıymayın, nefislerinizi öldürmeyin! İntihar etmeyin. Hiç kuşkusuz, Allah (c,c), size karşı merhametlidir. Her kim de haddini aşarak ve zulmederek bunu yapar, intihar günahını işlerse onu ateşe sokacağız. Bu Allah için çok kolaydır.”der. Allah’ın bize vermiş olduğu bu emaneti şartlar ve sorunlar ne olursa olsun sabır göstererek korumak gerekir. Bu dünya âleminde, bu şekilde kurtulacaklarını sananlar, ebedi âlemde kendilerini nelerin beklediğini düşünmelidir. Bu canı veren yüce Allah (c,c), alacak olan da odur ve bu tür olayların olmasını asla istemez. Ölüm, insanın sadece bu dünya âleminden ayrılmasıdır. Beden ölümle çözülür ve toprağa karışır, ancak ruh ebediyen mahşere kadar iyilik ve kötülüklerinin hesabını vermek için kabirde tekrar dirileceği zamanı bekler. Bu aşamada, dünyaya geldiği andan başlayıp defterinin kapandığı o ölüm anına kadar geçen zaman içinde iyilik ve kötülüklerin hesabı sorulur. İyiliklerin bedeli ebediyen cennette kalarak ödüllendirilir (Cennet, sonsuz nimetlerin bulunduğu yere denir), kötülüklerin bedeli ise ebediyen cehennem ateşinde kalmakla cezalandırılır (Cehennem, azap dolu yere denir). İnsanların dünyada yaptıkları iyilik ve kötülükler asla kaybolmaz. Asıl, insanlar bu kısa dünya âleminde rüyada olduklarını, esas ebedi olan gerçek hayatta uyanacaklarını bilmelidirler. Bu hayat sonsuzdur asla bitmeyecektir. Yine bir ayeti kerimede “ Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde sürekli kalacağı cehennemdir.” der. Buradan şu mesajı da çıkarmak mümkündür. Bir insanın kendini öldürmesi bile Allah’ın vermiş olduğu bu canı kendi izni olmadan sona erdirmek istemesi, bir başkasını öldürmeyle aynı olduğudur. Allah (c,c) onu lanetlemiş ve onun için büyük azap vardır. Bize, peygamberler aracılığı ile indirilen tüm din kitaplarında ve en son kitabımız olan Kuran-ı Kerimde bunun böyle olacağı bilgisi verilmiştir. Allah İnsanlara bir irade vermiş, iyilik ve kötülüğü seçme hürriyetini onlara bırakmıştır. İnsanlar bu seçme hürriyetine sahip oldukları için dünyadaki davranışlarını kendileri belirler. Şer insan, kalbinin ve vicdanının sesini duymaz. Onun dini inancı da yoktur. Aklında hep kötü düşünce vardır. En yakınlarına dahi zarar verir, her türlü kötülüğü yapar. İşine geldiği gibi hareket eder ve şeytan da onun yanındadır. Allah da ona istediği o “Şer’i ” verir. Çünkü önünde pek çok geçmişten örnekler olduğu halde o seçimini yapmış ve böyle olmasını istemiştir. Ne zaman o ölüm anı gelir, pişmanlık duyar ama artık iş işten geçmiştir, bundan sonra geriye dönüş yoktur. Ne yapılsa boştur. Bu dünyada da bu böyledir, öbür dünyada da. Başımıza ne geleceğini bilerek veya bilmeyerek işlemiş olduğumuz bir suçun cezasını, dünyada kendisine salahiyet verilmiş kanun adamları uygun gördükleri madde karşısında o kişiyi başkasına zarar verdiği için cezalandırır. Mahkemeler bu nedenle vardır. İntihar eden de kendi ölümüne sebebiyet verdiği için ceza görecektir. Bu açıdan bakacak olursak, ona bu canı veren Allah (c,c) dır ve vakti gelmeden böyle bir eylemde bulunarak kendi ve başkalarının da ölümüne sebebiyet verdiği için onun da vebalini ödeyecektir. Bu yolla ölümü kurtuluş gibi görenler daha büyük felâketlere sürüklendiğini bilmelidir. Allah, en yüce canlı olan insana, doğarken, düşünmesi için akıl vermiştir. Kullarının, akıllarını kullanarak, hakkı bulmasını istemiştir. Eğer iradesini iyi yönde kullanır, iyilik düşünür, kimseye zarar vermezse o zaman bunun mükâfatını da görecektir. Allah da ona “Hayrı” vermiştir. Kötülüklerden de, şeytandan da onu uzak tutar, korur. İşte bu yüzden, insanlar nelerden uzak kalmalı, neleri yapıp, neleri yapmamalı, bu seçimi kendi iradesi, aklı ile belirlediği için kendine uygun olanını seçer ve onu yaşantısında uygular “Hayır ve Şer” Allah’tandır, sözü buradan gelir. Bazen hoşumuza giden bir olay hakkımızda şer olabilir, buna seviniriz ama aslında kötü bir şeyin habercisi de olabilir. Bazen de hoşumuza gitmeyen bir olay hakkımızda hayırlı olabilir, buna da üzülürüz ama aslında beklide bizim iyiliğimiz içindir. Bu Allah’ın bileceği bir şeydir ve pek çok kez böyle olaylarla karşılaşır, tepki gösteririz.

Diğer dinlerde bu konu açıklığa getirilmiş ve intihar olaylarının bir tür tedbirler alınarak önüne geçilmesi istenmiştir. Bugün Katoliklerde, intihar edenler Katolik mezarına gömülmez ve cenazelerinde Rahip bulunmaz. Bazı ülkelerde ise intihar eden insanların aileleri bu olaydan sorumlu tutulmuş ve cezalandırılmıştır. İslam dininde de Kuranda bu konu ile ilgili ayetlerle örnekler verilmiş intiharın başkalarını öldürmekten daha günah olduğu belirtilmiştir.

C- Hukuksal açıdan intihar günümüzde bir suç sayılmamakla beraber başkasını intihara teşvik etmek veya yardım etmek suç sayılmaktadır. İntihar girişiminde bulunan kişi ölümden kurtulduğunda cezaya çarptırılmaz. Ancak, intihar girişiminde uyuşturucu kullanırsa, uyuşturucu madde kullanmaktan veya ruhsatsız silahla intihar girişiminde bulunursa 6136 sayılı kanuna muhalefet olan ruhsatsız silah taşıma suçundan yargılanır. Birden fazla intihar girişiminde bulunup birinin ölmesi diğerinin kurtulması durumunda kurtulan, başkasını intihara teşvik ve de yardım etmekten suçlu duruma düşer. Türk ceza kanunun 454 maddesine göre üç seneden on seneye kadar hapis cezasına mahkûm edilir. Bazı tarikatlarda toplu intihar olayları yaşanmış, onlarca insan hayatlarına son vermiştir. Buna sebebiyet verenler ise yargı önüne çıkartılarak tutuklanmıştır.

“Sonradan pişmanlık, fayda vermez.” Ufak gibi görünen ama aslında içlerinde fırtınalar esen, bu düşüncede olan çocuklarımız, eşlerimiz, yakınlarımızın her konusuyla ilgilenmeli, dertlerine ortak olmalıyız. Onları yalnız bırakmamalıyız. Tutunacak dalı olmalıyız.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım intiharın nedenlerinde hiç mi anne ve babanın suçu yok? Bir düşünelim bakalım. Çocuklar ne ister. Ben çocukluğumda neler isterdim veya siz büyükler, aklınızdan neler geçirirdiniz. Ortak düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Aslında, çoğunlukla anneler ve babalar çocuklarına vakit ayırır, ama bazı ailelerde bu olmaz. İşte bu ailelerin çocuklarında bu tür olaylar yaşanabilir. Hiç çocuklarınız la bir araya gelerek karşılıklı birbirinizle sıkıntılarınızı paylaşabildiniz mi? Onunla birlikte balık avladınız mı? Çift kale yaparak top oynadınız veya maçlara birlikte gittiniz mi? Baş başa kırlara çıkıp naralar attınız havayı onunla koklayabildiniz mi? Acıyı, sevgiyi birlikte paylaştınız mı? Elinize bir kalem alıp birlikte ders çalışıp, resim çizdiniz mi? Okulda öğretmeni ile görüşüp dersleriyle ilgilendiniz mi? Onu memnun edecek küçücük bir hediye alabildiniz mi? Sinemaya veya tiyatroya gidebildiniz, konserlerde birlikte şarkılar söylediniz mi? Ya da dinimizin güzelliklerini, yanlışı, doğruyu anlatarak onunla bu konuları paylaşabildiniz mi? Bir çocuğun, ailesi ile birlikte yapmayı arzuladığı bunun gibi pek çok isteklerini tek, tek sıralayabiliriz. Kısacası, onun seviyesine inebiliyor, onunla oynayabiliyor, ona güzel örnek olabiliyorsanız, sizler iyi bir anne ve babasınız. Onlar, yukarıda saydıklarım ve yaşamak istedikleri olayları bir başkasıyla da yaşayabilir, yapabilirler. Eğer kötü arkadaşlar edinirlerse birlikte kötü olacaklardır. Eğlence olsun diye eline silah verirseniz, bir kadeh içkiden bir şey olmaz derseniz, yanı başında küfür ederseniz, küçücük hırsızlıklarına göz yumarsanız o zaman bu olaylar kaçınılmaz olur. Çocuklar sizlerle olmak istiyorlarsa bu fırsatı onlara verin, iyi örnek ve davranışlarla çocuklarınızın ruhunu okşayın onlar bunun özlemini duyarlar. İş önemlidir ama yarınımızı emanet edeceğimiz çocuklar daha önemlidir.

Yukarıda belirtilen nedenler ve intiharın ipuçları, intihar öncesi kişilerin davranış biçimleri, yazımın sonunda belirtilmiş olup sırası geldikçe ilginç örnekler de verilerek anlatılmaya çalışılacaktır.

Kültür ve medeniyetin getirdikleri, çocuğa bakış açısı, verilen eğitim,

Bu konuyu ele alıp yazmayı aklımdan geçirdiğim gün başarılı olamayacağım gibi bir endişe, korku vardı içimde. Hem tecrübesiz hem de bunun uzmanı, eğitimini görmemiştim. Basında, sık, sık gündeme gelen olaylar nedeniyle bir baba olarak üzüntülerimi dile getirmek, kamuoyu yaratıp halkımızı, çocuklarımızı, ana, babaları ve sorumluluk sahibi olan tüm insanları uyarmak, toplumda böyle üzücü olayları yaşamamak için bir şeyler yazmalıydım. Tecrübelerimi, yaşadıklarımı, gördüklerimi aktarırken bilmeden sizleri üzdüysem, bazı sorunlara parmak bastıysam, yanlışlarımdan ve hatlarımdan dolayı affınızı diliyor, sizleri çok sevdiğimi bilmenizi istiyorum.

Gerek basın da değerli yazarlarımız, gerekse en iyi ve en ucuz iletişim aracı olan Televizyon ve burada yayın yapan TV kanalları aracılığı ile evlerimize kadar girerek bu olaylar tartışılmış halkımıza istenilen mesajlar verilmeye çalışılmıştır. Devletimizin ilgili kuruluşları da gereken hassasiyeti göstererek insanlarımıza konu hakkında bilgiler vermiş, hatta camilerimizde bile din adamlarımız bu hassas konuya değinerek cemaati aydınlatmaya çalışmışlardır. Ben de bir baba olarak, kalemimle bir kitap içinde duygularımı sizlerle paylaşmak, sizlere bilgi vermek, gündeme gelmeyen belki ışık tutabilecek bu konuyu açarak soruna ilaç olmak istedim. Bu konu hakkında yardımı dokunan herkese ayrı, ayrı teşekkür ederek desteklerinin devamını dilerim.
Evlatlarımız ölmesin. Pek çok masum insanımız intihar olayları sonrası hayatlarını kaybetmesin. Kültür ve medeniyetin getirdiği şartlar, aile sorunları, çocuğa bakış açısı ve verilen eğitim konumuzun esas maddesini oluşturmaktadır. Aslında, pek çok neden intihar olayların gündeme gelmesini ve kötü sonuçlar doğurmasına sebeptir. İşin bana göre başlangıcı ve önemli olan kısmı burada yatmaktadır.“Eskiler ve yeniler”. Özellikle genç neslin, ilk basamağı olan aile sevgisinden yoksun büyümesi, eskilerin, yenilere ayak uyduramaması, , ekonomik ve çevresel faktörler, imanın zayıflığı da buna eklenince olay kaçınılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Hikâyede de anlatıldığı gibi bundan pek uzak olmayan, hepimizin, özellikle yeni neslin de hatırlayacağı, 1950 yıllarından bu yana yaşanan hızlı değişiklikler, bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. Ülkemizin karşılaştığı sorunları, nasıl mücadele ederek bu zor şartlardan kurtarıp bugünlere getirildiğini tarih kitaplarında okumuş, günümüzün teknoloji harikası Televizyon kanallarındaki belgesellerden izlemişizdir. O günleri tekrar anımsatmak istemiyorum. Ancak, şunun bilinmesinde yarar görüyorum. Yurdumuzun dört bir yanı düşman istilasında olmasına, her türlü eziyet, işkence, sıkıntı, açlık, yokluk ve kıtlığa rağmen mücadele ruhunu, azmini kaybetmemiş olan yüce Türk insanının gücü, sabrı, azmi, zekâsı ve inancı ile bu zor görüneni önce yüce Allah (c,c) ve sonra bize bir ışık gibi parlatan, adını dahi söylerken gözlerimin dolduğu Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ve değerli silah arkadaşları sayesinde her şeyin üstesinden gelinmiş ve bu güzel günlere ulaşılmıştır. Her karışı, atalarımızın kanı ile sulanmış ve biz gençlere emanet edilmiş bu topraklarda “Cumhuriyeti biz kurduk onu sizler yaşatacaksınız” Atatürk’ün bu güzel sözünden de anlaşıldığı gibi, siz gençlerin daha mücadeleci, azimli, tuttuğunu koparan, sorunları çözen ve hiçbir zaman pes etmeyen kişiler olmanız gerektiğidir.
Geçmişte yaşanan bunca sıkıntılarda dahi dedelerimiz, ninelerimiz sadece vatanını kurtarmak için canlarını feda ederken, aradan uzun bir zaman geçmediği halde her türlü olanaklara sahip olduğumuz bugün, sıkıntıya düştüğümüz, altından kalkamayacak kadar zor zannettiğimiz herhangi bir olay için teşebbüs edeceğimiz şey, intihar olmamalıdır. Yaşantımız boyunca, iyi günler geçirmediğimiz gibi kötü günlerimiz de olacak ve bunlardan ders alarak doğruya ulaşmaktır. Yapılan her hataya yeni hataları eklemek yerine, sorunu kökünden halletmektir. Değiştirmemiz gereken kafa yapımızdır. Sanmayalım ki İntihar olayları Ekonomik kriz olmayan ülkelerde çok daha az oluyor. Tam tersi, buralarda yaşanan sorunlar, Kültür ve medeniyetin getirdiği şartlardan uzaklaşma, aile sorunları nedeniyle giderek artan boşanmalar, ortada kalan ve nereye bakacağını nereden destek ve güç alacağını bilemeyen, başıboş dolaşan sersem mayın gibi oradan oraya sürüklenip giden ve sonuçta yanlış kişilerin elinde çaresizlik içinde sözde eğitilen bu çocukların sayısının gittikçe artmasındandır. Anne ve babalardan uzaklaşarak onların tecrübelerinden yararlanamadıkları gibi tecrübesizlikleri nedeniyle altından kalkamayacak hatalar yaparak, ileride düşleri ve istekleri gerçekleşmeyen bu gençler çıkış yolu bulamadığı takdirde kötü niyetli kişilerin tuzağına düşerek istenmeyen sonuçların yaşanmasına sebep olmaktadır. Aile bağları burada çok büyük önem arz eder. Çocuklar anne ve babadan büyük destek alır. Anne, babayı koruyucu bir melek gibi görür. Bu destek, ortadan kalktığı an, kendilerini, küçük yaşta yalnız hisseder. Psikolojik bunalıma sürüklenir. Kızgınlık ve inatla onları terk eden, yalnız bırakan ailesine, çevresine her türlü kötülüğü yapabilir. Anne ve baba olarak esas görevimiz, bu aşamaya gelmeden hissedip sonradan pişman olacağımız şeylerin yapmasını önlemektir. Bunun değişik yöntemleri vardır. (Yazımın içinde konu ile ilgili bilgiler aktarılmıştır.)

Çözemediğimiz sorunlarla karşılaşırsak “Depresyon, Şizofreni, Alkolizm, Kişilik bozuklukları, İnanç zayıflığı, Tecrübesizlik, Bilgisizlik, Korku ve ümitsizlik, Aşırı baskı, Yalnızlık” gibi sayacağımız bu gibi sorunlarla ilgilenen bir kurum ve kuruluş vardır ve mutlaka doğru insanı bulup ondan yardım almak, sonuna kadar takip ederek önlemektir. (Bu iş için eğitilmiş insanlarımız, Psikiyatri uzmanı, Din adamları ve Eğitmenler mevcuttur.) Bir an için anne ve baba olmak yerine onların arkadaşı olabiliyor dertlerini dinleyip, sorunlarını çözebiliyorsak bu onlara güven verecektir. Yalan yanlış yöntemlere girmeden, dürüstçe hareket ederek onlara yaklaşmaktır. Zamanla korku, iman zayıflığı, kötü alışkanlıklar, uyuşturucu bağımlılığı, maddi sıkıntı gibi sayacağımız nedenlerle ruhsal bunalıma sürüklenen bu çocuklar sonu belli olmayan bir sonsuzluğa sürüklenerek, her türlü kötülüğü yapabilecek duruma gelebilir. Aksi takdirde korku ve tecrübesizlik, basit gibi görünen olayları daha da büyüterek altından kalkılamayacak sonuçlara götürebilir. Yanlış insanların kendi çıkarları için verilen yanlış bilgiler sonucu çocukların kafaları karıştırılıp, öz güvenleri yitirilir. Doğru ve yanlışı ayırt edemez duruma gelir. Kendine yardım elini uzatmış gibi görünenler bu sefer onlardan yaralanmak isteyerek her türlü kötülüğü rahatlıkla yaptırabilirler. Böyle bir kişinin çevreye çok büyük zararı dokunur ve hatta canlı bomba olarak yaptığı intihar girişimi pek çok masum insanın da ölmelerine sebep olabilir. Günümüzde bu tür olayları çok sık yaşamaktayız.

Elbirliği ile bu sorunları çözmek, küçük yaşta çocuklarımıza daha fazla zaman ayırarak onların dertlerine ortak olmakla mümkündür. Kötü alışkanlıklardan uyuşturucu, alkol bağımlılığı bu ve buna benzer nedenlerle kontrolden çıkan insanların düşünme yeteneği zayıflar, eşine, çocuklarına, yakınlarına, çevresine zarar verir. Aile içinde yalan, hırsızlık, küfür, dedi kodu gibi sayacağımız bu tür kötü alışkanlıklar çocuğun yetişme tarzını etkileyen faktörlerdendir. Çocuk yaşamının üçte ikisini Anne, baba ve diğer yakınları ile geçirir. Bu onun her şeyi öğrenmeye, kavramaya başladığı devredir ve Anne ve babasından nasıl gördülerse büyüdüklerinde aynı şeyleri taklit eder. Aile çocuğun aynasıdır. Sırasıyla çocuklar yakınlarından, çevresinden, arkadaşlarından, okulda öğretmenlerinden hatta Televizyon yayınlarında gördüklerinden öğrenir. Bununla ilgili şu atasözleri vardır. “Ağaç yaşken eğrilir” ve “Ne ekersen onu biçersin” bu sözler boşuna söylenmemiştir. Hatalardan kaçınmalı, onların önünde tartışmamalı, bizleri geçimsiz ve kavgacı bir insan gibi görmemelidirler. Çocukluğumuzda hoşlanmadığımız şeyleri büyüdükten sonra kendi çocuklarımıza yaptırmamalıyız. Doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü bilmesini, doğruların insana neler kazandırdığını, kötülüklerin ise neler kaybettirdiklerini çok açık bir şekilde anlatmalıyız. Kötü, kırıcı, aşağılayıcı davranışlarda bulunarak veya dayak atarak, korkutarak onları evden uzaklaştırmamalı tam tersi sevgiyle yaklaşarak onları aile ocağında koparmamalıyız. Olgunluğa erişmiş bir çocuğa küçük muamelesi yapmamalı, yaşına göre hareket etmeli, hatta arkadaş gibi olmalıyız. Nasıl saksıya diktiğimiz bir tohumu suluyor, bakıyorsak ve zamanı geldiğinde çiçek açıp bize meyve veriyorsa ona iyi baktığımızdandır. Eğer sulamaz onunla ilgilenmezsek kurur, gider. Bu da öyledir, her sorunu önemsemeli ve onunla ilgilenmeli ona değer vermeliyiz. Basit sandığımız sorunlar daha sonra büyüyerek maddi ve manevi yaralar açabileceğini unutmamalıyız. Bize kötülük yapanı nasıl hoş karşılamayız ve aynı şekilde ona karşılık verirsek bu çocuklar içinde geçerlidir. Onlarda bizi örnek alacaklar ve ileride aynısını yapacaklardır. Bunu aklımızdan çıkartmamalıyız. Böyle bir ortamda yaşamış birinin hayatından bir örnek vermek istiyorum.
(Bu örnek öykülerimin içinde mevcuttur)
SONUÇ OLARAK,

Bir televizyon kanalında, hem hüzünle hem de mutlulukla seyrettiğim bir programı anlatmadan geçemeyeceğim. Onu, bu programı yayınladığı için tebrik ederim. Sn. Tayfun Talipoğlu ve programı “Bam teli” den bahsetmek istiyorum. Çok güzel bir konuyu işlediğini, bundan bir ders çıkarttığımı ve yazımın finalini onun bu programda işlediği konu ile bağlamak istedim. Bu programı seyrederken zihnen ve bedenen özürlü insanların eğitim kampında bir araya toplanarak, gönüllü yardımcı arkadaşlarıyla birlikte biz sağlıklı insanlardan daha az olanaklara sahip olmalarına rağmen neleri başardıklarına, bazı uzuvlarının eksikliğine rağmen sağlam insanların yapmaya çalıştığı ve beklide yapamadığı her türlü sportif faaliyetleri gerçekleştirmeye azmettiklerini ve duygularını neşe içinde anlatmaya çalıştıklarına şahit oldum. Hele Aliço’nun Şiirlerini gözlerim dolu, dolu dinledim. Kalem tutamayan elleri, yürüyemeyen ayakları ve konuşmakta zorluk çeken Aliço’nun bütün bunlara rağmen, gazete ve mecmualarda şiirleri yayınlanarak, duygularını başından beri kitabımda anlatmaya çalıştığım konunun özünü, Aliço çok güzel cümlelerle dile getirmiş, sağlıklı insanların sağlıklarının kıymetini bilmediği gibi özürlü insanların, sağlıklı insanlar gibi olmanın hayali içinde çırpınışlarını mısralarına yansıtmıştı. Biz de zihnimizi zorlayıp her şeye sahip olmuş, bütün güzelliği ile göz kamaştıran ancak küçücük bir olayın etkisi altında kalarak bir hiç uğruna intihar ederek hayatına son veren veya intikam almaya, başkalarının ölümüne neden olmaya çalışanla, konuşmakta, yürümekte, oynamaktan yoksun olan, yaşamak için var gücü ile çırpınan, sağlıklı bir insan olmak için tüm servetini vermeye hazır olan ve onlara gıpta eden, özürlü insanların durumunu görüp, gözlerimizi beş dakikalığına kapatarak bu ikisi arasındaki farkı bir düşünelim. Kendimizi onun yerine koyalım ve öyle hayal edelim. Sizin yerinizi alacak olan o özürlüler, inanıyorum ki çok mutlu olacaktır. Bir anda görmeyen gözler görecek, olmayan eller olacak, yürüyemeyen ayaklar yürüyecek. Bunlara sahip olmanın mutluluğu ile sizin bir anda her şeyi bitirmek bu dünyadan kurtulmak isteklerinize karşı, yaşamak, koşmak, oynamak, spor yapmak, okuyabilmek, tabiatın o güzel kokusunu hissedebilmek, sevebilmek, sevginin kıymetini bilmek, arkadaş edinmek, yenidünyalar keşfetmek isteyecektir. Allah’a olan yalvarışlarının kendisine sağladığı bu imkânlar için ona dua edecektir. Bu yüzden kimseyi incitmemeye, öldürmemeye, başkalarının da kendisi gibi özürlü bir insan olmamaları için gayret gösterecektir. Bunun eksikliğini çok iyi bildiği için yaşmak ve yaşatmak için her türlü güçlüğe göğüs germeğe çalışacaktır. Nitekim o eksikliklerine rağmen yaşama dört elle sarılıp dünyadan, yaşamaktan umutlarını kesmeyip hayata sımsıkı bağlandıklarını görüyoruz. Peki ya siz….? Allah’ın izni olmadan hem kendinizi hem de başkalarının yaşam hakkını yok ediyorsunuz. Düşündünüz mü hiç, bu olaylar neden yaşanır. Neden bu dünyada varız. Herkes değişik yerlerde, farklı yaşam biçimleriyle farklı ortamlarda hayatlarını sürdürdüklerini, hatta doğduğu günden beri sağlık sorunları yaşadıklarını ve de tabiatın aklınıza gelen her şeyi insanlara cömertçe sunduğunu? Tabii ki bunların birer sebebi vardır. Hiçbir olay sebepsiz değildir. Biz insanlara birer mesaj verildiğinin bilinmesidir. İnsanların bu farkları görmeleri doğruyu, yanlışı ayırt edip yaşanmış olaylardan ders alarak en az hata ile hayatlarını sürdürerek vaat edilen hedefe ulaşmak ancak Allahın çizdiği yoldan gitmekle mümkündür. Bu kuralları bilen her insan önce kendine, ailesine, çevresine, yakınlarına tüm insanlara zarar vermez aksine onlara sahip çıkar ve korur. Allah’ın yeryüzüne indirdiği tüm din kitaplarında bu konular vurgulanmaktadır. Herkes bizim gibi düşünemeyebilir, bu yüzden pek çok engellerle karşılaşabiliriz. Hayattan ders almalıyız. Yolumuzu ona göre yönlendirmeli, yaşama dört elle sarılmalıyız. Bunu değiştirmek bizlerin elinde. Yeryüzünde iyi insanlar olduğu gibi kötülerde vardır. Kötülerden kötülüğü öğreneceğiz ama sadece kendimiz korumak için. Eğer onun gibi olursak aramızda hiçbir fark olmaz.

İntihar girişiminde bulunan bazı kişiler farkında olmadan başkaları ölümü beklerken tekrar hayata, yaşama dönmelerine sebep olmaktadır. Bununla ilgili yaşanmış küçük bir örnek vermek istiyorum. Denizli de meydana gelen intihar girişimi haberiydi. İntihar girişiminde bulunan 20 yaşlarında bir bayan doktorların bütün çabalarına rağmen kurtarılamayıp beyin ölümü gerçekleştikten sonra ailesinden izin alınarak değişik hastanelerde organ nakli bekleyen bazı hastalara nakil yapılarak yeniden yaşama döndürülmeleriydi. İki böbreği, karaciğeri, pankreası ve iki korneası ile uzun zamandır nakil bekleyen hastalara yeniden şifa vermiş ve yaşama mücadelesi veren bu kişileri umutlandırmıştır. Bir yaşamı sona erdirilirken başka yaşamlara umut vermek belki bunu yapanı ve bu kararı verenleri gerçekten hem üzmüş hem de bir başkaların yaşamlarını devam etmeleri onları sevindirmiştir. Bu onur verici kararda hiç olmazsa ailesinden kalan bazı organlarının bir başkası üzerinde yaşama devam etmesi o insan için en büyük teselli kaynağı olmuştur.

* Tüm dünya liderlerine sesleniyorum. Hâlâ aklımızı başımız almayacak mıyız, dünyamız hızla eriyip yok oluyor. Tüm dünyada yaşanan tabii afetler bunun bir göstergesidir. Duymazlık tan geliyor lafları hep kulak arkasına atıyoruz. Küresel ısınmadan bahsediliyor. Ormanlarımız alev, alev yanıyor. Ülkeler ve ekili araziler sular alında kalıyor. Denizlerimiz kirletiliyor, Hayvanlar öldürülüyor, yaşam alanları daraltılıyor, tabii afetlerde ve depremlerde binlerce insan ölüyor, maddi ve manevi yönden yaşam gün geçtikçe zorlaşıyor. Genellikle yetkililer her kötü olayın arkasından onlarca canlının yaşamı sona erdikten, kısacası iş işten geçtikten sonra bir dizi tedbirler alarak müdahale etmek hataları düzeltilmek istiyor. Ateş sadece düştüğü yeri yakar derler. Bu güne kadar bunlar hep böyle olmuştur. Bu, başka bir yaşam mücadelesi ve bunun adına “var olmak veya olmamak” diyelim. Her geçen gün aleyhimize işliyor. Belki otuz yıl beklide elli yıl sonra geriye baktığımızda bu günümüz arayacak ve beklide bulamayacağız. Har vurup harman savuruyor dünyamızın dengesini kendi ellerimizle bozuyoruz. O zaman ne para ne petrol nede bir başka değerli şey onu almaya yetmeyecek. Yarını emanet edeceğimiz evlatlarımıza bunu yapmaya hiç hakkımız yok. Zararın neresinden dönersek kârdır derler. İşte o zaman geldi ve geçmek üzeredir. Haydi! Kolları sıvama zamanı. Birlikten kuvvet doğar. Biz bu mücadeleye başlayalım önder ülke olalım arkamızdan mutlaka sesimizi duyacak başka ülkelerde olacaktır. Bir örnekle başlayabiliriz. Her zengin ülke kendine muhtaç, kardeş bir ülke seçmeli. Dertlerine, sıkıntılarına ortak olmalı. Hiçbir menfaat beklemeden onu kalkındırmalı, kucak açmalı, yol göstermeli. Eğitimden, tarıma ve diğer konularda ve hatta Tabii afetlerde ona yardım eli uzatmalı. Yarın aynı akıbeti kendi de yaşayacak ve beklide ona ilk yardımı o kardeş ülke yapacaktır. Bu uygulama pek çok geri kalmış ülkenin de kalkınmasına ve en azından ayakta kalmasına neden olacak, ülkelerde bir birlerine kenetlenecektir. Silaha vereceğimiz parayı muhtaç ülkelerin kalkınmasına ayıralım. Onların eli ayağı olalım. Düşman değil dost kazanalım.

12 Şubat 2007 Pazartesi

Bayrağım

Ayım, yıldızım al bayrağım, gururlan durmadan dalgalan,
Yedisinden yetmişine bağrına bastı seni bu vatan,

Üzerinde duran yüz binlerce şehidimin kanı var,
Ayşe’me, Fatma’ma, Ali’me, Ahmet’ime bir sözümüz var,

Hakkındır senin bu bayrak benim yüce milletimin,
Ne kanlar aktı, ne ocaklar söndü senin için,

Yılmadı bu vatan evladı yılmayacak yıllarca da,
Geçmişte olduğu gibi gelecekte de yanı başında,

Seni yüceltecek göklerde her zaman olduğun yerde,
Al bayrağım, gökteki yıldızın ve ayın seninle birlikte,

Dalgalanmak seninde hakkın ey şanlı bayrağım,
Sonsuza kadar artık seninle birlikte varım.

Yazan. Metin AKSAÇ

11 Şubat 2007 Pazar

Benim memleketim,

Ne şehitler verdik biz bu topraklarda,
Ne gaziler vardır hâlâ aramızda,

Belki sende bir şehit oğlusun,
Belki de bir gazi torunusun,

Neden böyle davranıyoruz birbirimize,
Niçin silahlar çekiyoruz kendimize, gençliğimize,

Bak ben Bolulu Hasan çavuşun oğlu Mehmet,
Sende Adanalı yağız onbaşının oğlu Ahmet,

Saymakla bitiremeyiz Ayşe sultanın kızı Fatma’yı,
Bir omzunda mermi taşırken diğer omzunda ki Kezban’ı,

Bağırmak, haykırmak istiyorum yedisinden yetmişine,
Bu vatan için seve, seve canlarını verenlere ninelere, dedelere,

Bunca çekilen açlık, sıkıntı, yokluk, neye,
Bu vatan evlatları birbirini öldürsün mü diye,

Kalk Atam! Şöyle etrafına bir bak, neler göreceksin,
Burası benim memleketim değildir diyeceksin,

Neden böyle davranıyoruz birbirimize,
Niçin silahlar çekiyoruz kendimize, gençliğimize,

Sen bir şehidin oğlu, beklide bir gazinin torunusun,
Savaşta şehit düşen ataların, bacıların gururusun,

Kulak ver sesimize, sahip çıkalım memleketimize,
Burası benim memleketim deyin haykıralım birbirinize,

Kim dil uzatırsa uzatsın, yalandan tohumlar atsın,
Arkamızda, yüreğimizde derin yaralar açsın,

Burası benim memleketim, asla müsaade etmem,
Ölürümde vermem onu kimseye yar etmem,

Kemal yüzbaşım, Hasan Çavuşum, Ali onbaşım,
Ayşe’m, Fatma’m, Ninem, sultan bacım,

Yüreğinizi ferah tutun, biz neler gördük neler,
Burası benim memleketim sonsuza dek yaşatmaya değer.

Yazan. Metin AKSAÇ

6 Şubat 2007 Salı

JOIN US FOR A CLEANER WORLD


Come let us become friends. Share love, happiness and pain together. Let’s stand against violence, terrorism, starvation, poverty and live with our loved ones until the end.Leave a better, peaceful world to our children. If you hear my voice join us, share your feelings and thoughts with us…Whoever you are, whatever country or nation you are from. American, European, Asian, African, Australian even from North pole, hear us, join us, shoulder to shoulder! We won’t let those who harbour evil and those who would try to take our future from us. Our slogan is “WE WANT A CLEAN AND BETTER WORLD”.